Devrimci komünist bir partinin inşa edilmesi
İşçi sınıfının sömürürü düzeninden kurtuluşu ancak toplumu kapitalizmin boyunduruğundan kurtarmasıyla mümkün olur. Bunu başarabilmek için devrimci komünist partileri inşa etmek gerekli.
Devrimci komünist bir parti, ancak Marks ve Engels’in 170 yıl önce oluşturdukları bilimsel sosyalizm ve yazdıkları Komünist Manifesto temellerinde yeniden inşa edilebilir. Bu eser, emekçilerin maddi ve siyasi çıkarlarını, sadece kapitalist düzen sınırları içerisinde savunmakla yetinmiyor, aynı zamanda kapitalizmi yok edebilecek işçi sınıfı hareketinin bir akımının temelleri ve programıdır.
Modern işçi sınıfı (proletarya), modern kapitalizmin, dünyadaki iş bölümünün gelişmesiyle ve sanayinin hızla modernleşmesiyle oluştu. Toplumu kapitalist temellerden kurtarıp yeniden daha üst düzeyde, yani komünist temellerde inşa edebilecek tek güç işçi sınıfıdır. Kapitalizmin gelişmesi, ekonomiyi evrenselleştirdi ve bu sayede devrimci proletaryanın sömürüden, rekabet ve krizlerin olmadığı yeni bir toplumu inşa edebilmesini olanaklı kıldı.
Proletarya temel hedefi gereği, mücadelesini ulusal sınırlarla sınırlandıramaz. Tam aksine proletaryanın hedefi, burjuvazinin uluslar arası ekonomik ve siyasi hakimiyetine son vermek, işçi sınıfının dünya çapında ekonomik ve siyasi iktidarını kurmaktır.
Komünist hareket tarihinde parti inşası, dünya devrimini temsil eden Komünist Enternasyonal inşası ile iç içe geçmiştir.
Kapitalizmin gelişmesi, toplumsal ilişkileri basitleştirdi: Toplumu "düşman ve taban tabana zıt iki büyük sınıfa, yani burjuvazi ve proletaryaya indirgedi." Komünist Manifesto’da belirtildiği gibi iki zıt sınıf, hep sürekli birbiriyle mücadele etti. Bu mücadele bazen, sadece yer altında bir fabrikada, patron ile işçiler arasındaki kavga ile sınırlı kalır. Bazen daha üst seviyede, büyük sınıf kavgaları, grevler ve ayaklanmalar şeklinde olur. Bunlar bazen emekçiler için zaferle, en azından kısmi zaferle ama çoğu zaman, küçük veya büyük yenilgilerle sonuçlanır.
Resmi tarihin ve yansımalarının, farklı burjuva devletlerin rekabet ve savaşlarının ötesinde tarihin gerçek motoru sınıf mücadelesidir.
Burjuvazi ve proletarya arasındaki güç dengesindeki değişimlerin ötesinde, toplumun kapitalist temel üzerinde biçimlenmesi ve bunun emekçiler arasında yol açtığı rekabet, işçi sınıfının oluşturduğu örgütlerde hep olumsuz sonuçlara yol açtı. Burjuva toplumu, temel olarak özel mülkiyet ve ekonomik rekabet temellerinde oluştuğu için bu durum, emekçiler arasında da sürekli rekabete yol açıyor. Komünist Manifesto’nun da altını çizdiği gibi: "Proletaryanın bir sınıf olarak oluşumu, bir yönüyle siyasidir ve rekabet nedeniyle sürekli dağılıyor."
Toplumsal kurtuluş için verilen mücadele aynı zamanda, bireyselliğe karşı ve emekçiler arasında aynı sınıfa ait olma bilincinin oluşması için verilen mücadeledir. Burjuvazinin toplum üzerindeki hakimiyetine son verilmediği müddetçe bu mücadele yeniden ve yeniden gerekli olacak. İşçi sınıfının büyük çoğunluğu, sadece ve sadece devrimci ortamlarda sınıf çıkarları ve ortak siyasi hedefler temelinde bir araya gelebilir. İşte işçi sınıfı sadece bu dönemlerde, tarihi görevi olan, kapitalist toplum ilişkilerini kökünden kazıyarak üretim araçlarının özel mülk olmadığı, rekabetin ve sömürünün olmadığı bir toplumu inşa edebilir.
Komünist Manifesto açıkça; "Komünistler, hedeflerinin gerçekleşmesi için geleneksel toplum düzenin şiddet yoluyla yıkılması gerektiğini açıkça beyan ederler" diyor. Reformist "sosyalist" veya Stalincilerin söyledikleri saçmalıkların aksine, işçi sınıfı burjuva kanunların hüküm sürdüğü bir ortamda iktidara gelemez. İşçi sınıfı, siyasi bağımsızlığını elde edemeden iktidara gelemez: "İşçiler ve özellikle de Birlik, demokrat burjuvalara alkış tutup kuyrukçuluk edeceğine, resmi demokratlarla birlikte gizli ve açık, ayrı bir örgüt kurup her işçi çevresini, işçi merkezi ve çekirdeklerine dönüştürüp proletaryanın görüşlerinin ve çıkarlarının, burjuvaların etki alanı dışında tartışacağı bir yer olmalı." (Merkez Komitesi ve Komünist Birlik’e, gönderilen hitaptan bir alıntı. Marks ve Engels, Mart 1850)
İşte Bolşevik Parti, Rus proletaryasının devlet iktidarını bu temellerde alabilmesini gerçekleştirdi ve bilimsel sosyalizmin uygulanmasını, yeryüzünün altıda birini kapsayan bir alanda uygulayabildi.
Bolşevik Parti’nin en önemli lideri olan Lenin; 1897 yılında, "Rus Sosyal Demokratların Görevleri" broşüründe, Rusya proletaryasının Sovyetler (konseyler) oluşturup iktidarı almasından tam 20 yıl önce açıkça yazdı: "Bizim görevimiz, faaliyetlerimizi işçilerin pratik, güncel sorularına yöneltip onlara bu konularda yardımcı olmak, temel haksızlıklara karşı onları uyarmak, patronlarına sundukları istekleri daha somut ve pratik ifade etmelerine yardımcı olmak ve de işçilerin dayanışma ve ortak çıkarlarının bilincini geliştirip, Rusya’daki işçi sınıfının çıkarlarının ortak olduğunu, onların bölünmez bir bütün olduklarını ve dünya proletarya ordusunun bir parçası olduklarını aktarmaktır."
Lenin ve Troçki’ye göre Rus proletaryasının 1917’de başardığı devrim "dünya proletarya ordusunun" bir bölüğünün, tayin edici bir savaşa katılıp kazandığı ilk zaferdi. Devrim sürecinin başladığı Şubat ile Ekim arasında geçen 8 ayda, işçi sınıfının devrimci sürece katılmsıa ve kararlılığı ile Bolşevik Partisi’nin oynadığı rolü bir birinden ayırmak mümkün değil. Yani şunu söyleyebiliriz; işçi sınıfının siyasi öncülerini örgütlemiş parti ile işçi sınıfı arasındaki ilişkiler, o zamana kadar tarihte eşine hiç rastlanmamış düzeyde iç içe geçti. Bu iç içe geçiş, 8 ay süren sınıf mücadeleleri boyunca sürdü ve devrimin gerçekleşmesiyle zirveye ulaştı.
Devrimin, işçi sınıfının öncüleri ile bu seviyede iç içe geçebilmiş olmasının temel nedeni, Bolşevik Parti ve militanlarının, önceki yıllarda proletarya ile uyumlu çalışıp birlikte hazırlanmasıdır.
Burada 1905 devriminin önemine ve 1917 devrimine yaptığı katkılara, yani "genel deneme" olduğuna, 1907 ve onu takip eden 10 yıl içerisinde proletarya hareketinin yaşadığı mücadele ve örgütlenmesindeki büyük gerilemelere yeniden değinmeyeceğiz.
1905’te işçi sınıfı mücadelesinin yükselişi ile 1907’den sonraki büyük gerileme dönemi; bu iki olayın her biri, farklı açılardan bizim akımımız için örnek olan partinin oluşumuna katkı yaptı. Lenin, Rus Devrimi’nin yol açtığı devrimci yükselişin ışığında, 1920’de yaptığı bir değerlendirmede; "Bugün bizler, önemli bir uluslar arası deneyime sahibiz ve bunun ışığında bizim devrimimizin en önemli yönü ne yerel ne ulusal ne de Rus özelliği ile sınırlı, gerçekten uluslar arası olmasıdır." (Komünizmin Çocukluk Hastalığı)
Proletarya, Rusya’da Ekim 1917’de devrimi yoluyla, iktidarı ele geçirmek için kendisine gerekli olan partinin nasıl olması gerektiği üzerine yapılan tartışmalara çözüm getirmişti. Her şeyden önce de Rusya’daki Menşevik ile Bolşevik akımları arasındaki proletaryanın zaferi için yapılan tartışmaları çözdü: Menşevikler, Rus sosyal demokrat partinin bir parçası olmalarına rağmen, kesin olarak burjuvazinin saflarında yer aldılar.
1917-1921 arasında, Avrupa’daki devrimci dalga, Avrupa’nın büyük bir bölümünü sarsarak Bolşevik yöntemlerin teorik değil, canlı bir şekilde; yani Rus Devriminin zaferle sonuçlanması ve diğer devrimci hareketlerin yenilgisiyle ispatladı.
Proletarya, iktidarı ele geçirip elinde tutmayı sadece Rusya’da başardı. Proletaryanın Almanya’da, Macaristan’da, Finlandiya’da ve bir dereceye kadar İtalya’da oluşan devrimci ortamların sonuçlanmasındaki rolünde elbette bir sürü etken belirleyici oldu. Bu etkenler arasında, her ülkedeki proletaryanın seferberliğinin boyutları var. Farklı ülkelerdeki burjuvazinin önceden yaptığı hazırlığın önemi, siyasi ve askeri personelin yeteneği ve jeopolitik konumu, ülkenin büyüklüğünü, ekonomisinin büyüklüğünü ve askeri açıdan kırılganlığını gibi etmenleri unutmamak gerek.
Rus proletaryası, sadece iktidarı ele geçirmekle kalmadı, aynı zamanda hem körüklenen iş savaşa ve buna ek olarak emperyalist güçlerin yaptıkları dış askeri müdahalelere direndi hem de çok geniş bir alana yayılmış geri kalmış bir ülkede olmasına rağmen iktidarı koruyabildi.
İşte tüm yaşananlar, Bolşevik tipte bir partinin bütün dünyada gerekli olduğunu kanıtladı.
Burjuvazi dünya çapında, kapitalist toplumdaki iki büyük temel sınıf arasındaki uluslar arası mücadeleyi, önemli ölçüde sosyal demokrasinin, yani işçi sınıfının başında bulunan parti yöneticilerinin verdiği destek sayesinde zaferle sonuçlandırabildi. Reformist sosyal demokrasi, işçi sınıfı hareketinden gelen parti yöneticilerinin ve parti aygıtının nasıl bir tarihi diyalektik ile kapitalist toplumu koruma aracına dönüştüğünü ilk defa ortaya koydu.
Tarih, ilk işçi devletinin yozlaşıp bürokratlaşmasıyla yine buna benzer bir şeyin oluşmasına yol açtı ama bu daha uzun sürdü ve daha feci sonuçları oldu.
Devrimin içinden çıkan Stalinizm, karşı devrimin en büyük gücü haline dönüştü. Sadece Sovyetler Birliğinde bürokrasinin çıkarlarını savunmakla sınırlı kalmayıp, bütün dünyaya yayıldı.
Sovyetler Birliğinde iktidara gelen bürokrasi işçi sınıfı ezdi ve Ekim Devrimine sadık kalan bir kuşak devrimciyi katletti. Stalinizmin yaptıkları, dünya devrimci hareketini etkiledi. Stalinizm, kapitalist ülkelerdeki devrimci hareketin gelişmesini (örneğin 1936 İspanyol devrimi ve bir ölçüde Fransa’da) engellediği gibi Halk Cephesi siyasetiyle işçi sınıfı hareketlerini, burjuva partilerin kuyruğuna dönüştürdü.
Büyük kapitalist ekonomik kriz döneminde, 1930’lu yılların ortalarında, burjuvazi ile proletarya yeniden uluslar arası seviyede büyük bir kavgaya tutuştu. Hakim sınıf iktidarını, en azından Avrupa seviyesinde, bir yandan faşizm sayesinde diğer yandan Stalinizmin desteklediği halk cepheleri sayesinde koruyabildi.
1930’lu yıllardaki sınıf mücadelelerinde, büyük kapitalist ekonomik kriz, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki 1917-1921 yılları arasında, devrimci dalganın oluşturduğu etkileri geliştirmişti. Ancak uluslar arası seviyede proletarya, yeniden mücadeleci konuma yükselmesine rağmen kendisini zafere götürebilecek bir önderliği yoktu. Hatta daha kötüsü: İşçi hareketinin önderi olduğunu iddia eden sosyalist ve Stalinci partiler, temel olarak burjuvazinin temel siyasi çıkarlarını savunup burjuvaziye yeryüzü çapında düzeni koruyabilmesine yardımcı oldular.
Troçki’nin Geçiş Programında özetlediği gibi, "İnsanlığın krizi, devrimci önderliğin krizine indirgendi."
Devrimci işçi hareketinin devamlılığını sağlamak için yapılan tek ciddi girişim; Rusya’da Sol Muhalefet’in ve 4. Enternasyonal’in girişimleri oldu. Troçki ve 1940’da, Stalin’in emri ile katledilmesinden kısa bir süre önce kurulan 4. Enternasyonal’in rolü, Ekim Devrimi’nin ve devrimci hareketin sürekliliğini korumaktı. Böylece Marks ve Engels’in temsil ettiği Birinci Enternasyonal, ardından Birinci Dünya Savaşına kadar II. Enternasyonal ve 1919-1923 yılları arasında III. Enternasyonal’in temsil ettiği gelenek sürdürülmüş oldu.
II. Enternasyonal döneminde yetişmiş bir militan, Rus Devrimi’nin önemli önderlerinden biri ve III. Enternasyonal’in sözü geçen lideri olan Troçki, büyüyen Stalinizme karşı iki Enternasyonal’in en iyi yönlerini temsil etti.
Troçki, geçmişte elde ettiği muazzam birikime ek olarak, İşçi Devleti’nin yozlaşmasından sonraki dönemde, emperyalist burjuvazi ile proletarya arasındaki ilişkiler konusunda çok temel katkılar yaptı.
İlk katkısı; proletarya devriminin yozlaşarak asalak bir bürokrasisinin oluşmasına ilişkin yaptığı Marksist analizdi.
Ardından faşizm ve Halk Cephesi konularındaki ikinci analiz geldi. Emperyalizm büyük 1929 krizi yüzünden oluşan proletarya devrimi tehlikesini, birinci şıkta terör ve ikinci şıkta ihanet yoluyla çözdü.
Troçki’nin bu dönemde yazdıkları, çok ders içeren zengin bir dönemin Marksist yaklaşımıydı: Almanya’da, Nazizmin tırmanışına karşı verilen mücadele, 1936 İspanyol Devrimi, Fransa’da 1936 Haziran hareketi, ABD’de işçi sınıfının o zamana kadar görülmemiş mücadeleleri.
Troçki’nin siyasi yazıları, ölümünden sonra yaşanan bir sürü olayı anlamaya yardımcıdır: Örneğin genç Çin Komünist Partisi’nin nasıl bir milliyetçi partiye dönüşüp yoksul köylülerin isyanını kullanarak, siyasi iktidarı nasıl ele geçirdiğini aydınlatıyor.
Bizler, Troçki’nin 1938’de kurduğu IV. Enternasyol’e bağlıyız, yani Ekim 1917 Devriminin yerle bir edilip Stalinci bürokrasinin zafer kazandığı, Almanya’da ve İtalya’da faşizmin iktidara geldiği bir dönemde, Viktor Serge’in deyimi ile "yüzyıl içerisinde gece yarısı karanlığının hakim sürdüğü bir ortamda" oluşan enternasyonale bağlıyız. Bize göre günümüzün emperyalizm döneminde de devrimci Marksizmin manifestosu olan Geçiş Programı geçerliliğini koruyor.
Ancak ne Troçki’nin hayatta olduğu ne de özellikle ondan sonraki dönemde Troçki’nin kişiliğinde somutlaşmış olan devrimci fikirler ve program, yeniden işçi sınıfı içerisinde kök salabildi.
Bolşevik Parti’nin geleneğini taşıyan tek parti, Sovyetler Birliği’ndeki Sol Muhalefet’ti. İyi yetişmiş, Rus Devrimine katılan, çok birikimli, ilk yıllarda ekonominin sosyalist temellerde dönüşümünü ve de yükselişe geçen bürokrasiye karşı mücadeleyi yaşamış militanlardan oluşuyordu. Ancak Stalinci bürokrasi tarafından ezildi. Bu mücadele gerçekten bir ölüm kalım mücadelesi oldu. Sol Muhalefet militanları katledildi ve proletarya kendi devletinin yozlaşmasını ve kendi içinden çıkan bürokrasinin, imtiyaza kavuşup başa gelmesini gördü. Bu kavga, uluslar arası arenaya da yayılmıştı.
Komünist Enternasyonal’den gelen partiler, Stalinci partilere dönüştü, komünizmi gasp ettiklerini ve devrimci Marksizmi kullanan Stalinci olduklarını, Sovyetler Birliği’nde bürokratik diktatörlük kurduklarını teşhir edenlere karşı, her yerde acımasız bir savaş yürüttüler.
Stalizmin akıbetini, hem Sovyetler Birliği’nde hem de uluslar arası işçi hareketinde ne olduğunu, çöküşünü gördük. Ancak hem proletarya hem de tüm toplum, bunların bedelini ödemeye devam ediyor.
Günümüzde parti sorunu
Rus Devriminden bu yana bir yüzyıl geçmiş olmasına rağmen proletarya, dünyanın hiçbir yerinde iktidara gelemedi. Hatta hiçbir yerde iktidar mücadelesi yaşamadı. Proletarya, kurtuluşu için mutlaka gerekli olan devrimci bir partiye hiçbir ülkede sahip değil.
Buradaki konumuz bu uzun sürede yaşananların sebeplerini tahlil etmek değil. Ancak en azından şunu söyleyebiliriz: İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşananlar, ya tamamen ya da kısmen, devrimci hareketten bağımsızdır. Örneğin; 1950-1960 yılları arasında emperyalist ülkelerde belirli bir istikrar yaşandı. Emperyalist burjuvazi, bu istikrarı bir yönüyle Sovyet bürokrasisiyle aktif işbirliği yaparak devrimci hareketi boğması ve de diğer ülkelerdeki Stalinci hareketin II. Dünya Savaşı esnasında, I. Dünya Savaşına göre çok daha büyük boyuttaki katliama karşı oluşan tepkileri farklı konulara yönlendirmeyle başardı ve kapitalist düzeni yeniden sağlamlaştırdı. Gelişmiş emperyalist ülkelerdeki devrimleri de boğdular. Emperyalizmin, ezdiği geri kalmış ülkelerdeki yoksul kitlelerin devrimci hareketlerini milliyetçi kanallara yönlendirdiğini de eklemek gerek.
Çin’den Endonezya’ya, Hindistan’dan Vietnam’a kadar olan ülkelere yayılan güçlü devrimci sarsıntılar, emperyalizmi sarsmış olsa da, yerle bir edemedi. Milliyetçi önderlerin böyle bir hedefi yoktu, tek istediği yerli burjuvazinin iktidara gelmesiydi. Bugün Çin’in geldiği durum, yani oradaki vahşi kapitalizm ve ortaya çıkan "kızıl milyarderler", Mao ve etrafındakilerin devrim sürecine girmiş halka verdikleri hedefler arasındaydı.
Emperyalizm, ezilen halkların kurtuluş için verdiği savaşlar sonucunda, sömürgeci biçimindeki iktidarına son vermek zorunda kalmış olsa da, hakimiyetini sürdürdü.
Emperyalist burjuvazi, sınıfsal hakimiyet açısından bakıldığında, yoksul ülke burjuvazilerini, dünya kapitalist sistemine dahil edip ekleyerek, devrim tehlikesini atlattı.
Fransa’da, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki on yıllarda, eski işçi partileri giderek burjuva toplumuyla daha da iç içe geçti. Sosyalist Parti, eski işçi niteliğini tamamen kaybedip V. Burjuva Cumhuriyeti’nin temel partilerinden biri haline geldi. Yani bir sağ, bir sol parti iktidarı şeklindeki burjuva hakimiyetinin temel taşı olmuştu.
Sonunda bu sistem çöküp yerine Macron ve Ulusal Cephe alternatifi oluşunca, Sosyalist Parti onursuz bir şekilde çöktü.
Komünist Parti ise Stalinci yönlerini terk edip proletaryaya güvensizliğini ve diğer alışkanlıklarını korudu. Komünist Parti, Sosyalist Parti’nin yedek lastiği haline dönüşmüştü, Sosyalist Parti’den önce çöktü. İşçi hareketi militanları ise sendikalara yöneldi. Ancak kapağı attıkları sendikalar iyi olmasa gerek, çünkü sendikalar da emperyalist devletin bir parçası haline geldi.
Gelinen son duruma damgasını vuran, kapitalist düzenin büyük ve feci yeni ekonomik kriz ortamında, işçi sınıfının tamamen silahsızlaştırılmış olmasıdır. İşçi sınıfının, kapitalist düzeni yıkma hedefini güden bir partisi olmadığı gibi böyle bir partinin yokluğu yüzünden siyasi alanda da kendini savunma olanaklarına sahip değil. Burada suçlu olan işçi sınıfı değil, örgütleri. İşçi sınıfı, üretimdeki gücünü ve mutlaka gerekli olma konumunu koruduğu gibi uluslar arası alanda, yoksul ülkelerdeki yeni işçi kitlelerinin katılımıyla, Lenin’in deyimiyle, "proletarya ordusuna" yeni birlikleri kattı.
Kapitalist ekonominin gelişmesi, proletaryayı durmadan çeşitlendirip saflarını sürekli büyüttü. Kapitalizm, yeni sömürü şekilleri icat etti veya en azından "modernleştirerek" gizlemeye çalıştı. Son örnek "kendi kendinin patronu olma" (otoentroprönör) hikayesidir.
Diğer yandan kapitalizm, hizmetler, banka çalışanları, sigorta sektörü ve hastane çalışanları şeklinde işçi sınıfının çeşitliliğini artırırken, ücretlerinde ve de yaşam şartlarında farklılık yaratarak, sadece ücretleriyle geçinmek zorunda kalanlar arasında bölünmeler yaratıp kullanıyor. Burjuvazi ve onun akıl hocaları, sömürülenler ile sömürüp servet edinenler arasındaki temel sınıf farkı ve düşmanlığın olmadığını savunmak için bu bölünmelerini kullanıyor.
İşte bu nedenlerden dolayı meslek çıkarları (korporatizm) hareketlerine karşı çıkmak önemli, çünkü burjuvazi hakimiyetini sürdürebilmek için bunu bir silah olarak kullanıyor.
Burjuva akıl hocaları, emperyalist ülkelerde artık proletaryanın kalmadığını savunmasına rağmen, bu ülkelerde başta sanayi ve kent ulaşım sektöründe yoğun proletarya var. Örneğin bugün Fransa’daki sanayi işçisi sayısı, Haziran 1936’daki büyük grevler döneminden çok daha fazla.
Krize yakalanan kapitalizm, her geçen gün reformist fikirlerin toplumsal temelini yok ediyor. Sosyal demokrat ve Stalinci akımların inişe geçmesi bunun bir örneği. Ancak toplumun gerici bir yöne evirilmesi sonucu fikirler ve bilinç düzeyi, gerçeklerin gerisinde kalıyor.
Tüm emperyalist ülkelerde olduğu gibi Fransa’da da işçi sınıfı, yaşam koşullarını mevcut kapitalist düzen sınırları içerisinde değiştirebileceği hayaline kapılmış durumda. Fransa’da, seçimlerde oy kullanmamanın giderek artması, siyasete duyulan nefretin ifadesi. Ancak, sömürülenlerin bilinç seviyesinin geliştiği anlamına gelmiyor. İşçi sınıfı, hala seçimlerin bir çözüm olduğuna derinden inanıyor. İşçi sınıfının önemli bir bölümü, özellikle de örgütlü olanlar, esas çözümün devrim yoluyla değil, seçim yoluyla olacağına inanmaya devam ediyor.
Örgütlü işçi hareketi içerisinde morali bozulan birçok militan olsa da, mücadele ederek yaşam koşullarını değiştirmek isteyen ve sınıf çıkarlarını savunmak isteyen emekçilerin çoğu, örgütlü emekçi ve sendikal hareket içerisinde yer alıyor. Sendika önderlerinin tutucu olması ve düzenin bir parçası haline gelmesine karşı mücadele etmek, ne kuyrukçu ne de sekter siyasetle mümkün.
Kendine sol diyen "reformist" akım, yani sahte sosyalist ve sahte komünistlerin, son zamanlarda ise Melanşon (Sosyalist Parti’den’ten kopmuş bir lider) taraftarlarının, emekçileri seçim yoluyla çözüm arayışına sürüklemeleri, mevcut durumu yansıtıyor.
Devrimci komünistler bu gerçekleri görerek yola çıkmalı. İşçi sınıfının bir kısmını devrimci komünist fikirlere kazanabilmek ancak gerçek komünist devrimci bir akımın var olması ve tamamen farklı devrimci bir siyasetin savunulmasıyla mümkün.
Devrimci işçi hareketi tarihinde I.- II. ve III. enternasyonal seviyesinde devrimci militanlar arasında sadece fikirler temelinde değil, kişiler temelinde de birlik ve devamlılık vardı. İlk Enternasyonal çerçevesinde yetişen kuşak, yeni kurulan Enternasyonal’e geçip militan ve yönetimin temelini oluşturuyordu. II. Enternasyonal’in ve yöneticilerinin çoğunun ihanetinden sonra III. Enternasyonal’in militanları ve yönetimi, ihanet etmeyenler tarafından oluşturulmuştu. Stalinizm işte bu devamlılığı yok etti.
Tarihi açıdan bir kopukluk yaşansa da, devrimci komünist partilerin yeniden inşa edilme mücadelesi sıfırdan başlamıyor. Devrimci Marksizm; Marks, Engels, Luxembourg, Lenin, Troçki ve başka bir sürü devrimcinin eserleri sayesinde yaşamaya devam ediyor. İşte devrimci komünist bir parti, bu temellerde yeniden inşa edilebilir.
Çağımızın temel görevlerinden biri de gelecek kuşaklara ve özellikle işçi sınıfının genç kuşağına, Marksist fikirleri aktarmaktır. Öncelikle tarihin materyalist algılanışını aktarmak gerekiyor. Troçki bu konuda, Komünist Manifesto’nun 90’ıncı yılı nedeniyle şunları yazmıştı: "O eser olayların ve karşıt eleştirilerin sınavından başarılı bir şekilde geçti; bugün insanlık düşüncesinin en değerli aracıdır. Onun dışındaki tüm tarihi görüşler, bilimsel geçerliliğini kaybetti. Şimdi şunu emin bir şekilde söyleyebiliriz; tarihi materyalist yöntem ile algılayamayan bir kişi, devrimci bir militan olamayacağı gibi bilgili bir siyasetçi bile olamaz."
Gerici fikirlerin ilerlediği, dini ve batıl inançlara geri dönüşümün yaşandığı günümüzde bu fikri anlamak, kavrayıp hazmetmek çok önemli.
IV. Enternasyonal’e ve Troçkizme bağlı olduğunu söyleyen örgütlerin büyük çoğunluğu, Stalincilerin uyguladığı şiddet nedeniyle işçi sınıfından koptu, küçük burjuvazinin saflarına sığındı ve farklı şekillerde küçük burjuva aydınların etki alanına girdi. Önemli bir kısmı, fiilen devrimci komünist siyaseti terk etti ve hatta bazısı temel fikirlerden bile vazgeçti.
Bugün Lutte Ouvriere’in temsil ettiği siyasi akım, İkinci Dünya Savaşı esnasında resmi IV. Enternasyonal önderliğiyle ilişkilerini, 1940’ta Troçki’nin ölümünden sonra uyguladıkları siyasetler nedeniyle, kesti. IV. Enternasyonal, Troçki’nin yokluğunda bölünerek birkaç örgüt ortaya çıktı. Bugün şunu da söyleyebiliriz; örgütsel açıdan, hiç yaşamadan öldü.
Bizim devrimci komünist parti anlayışımız Lenin’in anlayışıdır: Devrimci komünist parti, bir propaganda aracı olmalı, emekçiler için okul olmalı. İşçi sınıfının yaşamına ve en güncel olanlar dahil tüm mücadelelerine katılmalı. Ancak her şeyden önce işçi sınıfının iktidarını kurması için yani iktidarı burjuvazinin elinden koparıp alabilmesi için bir araç olmalı.
Gerçek bir komünist partinin amacı, burjuvazinin hiçbir kurumunu devam ettirmek, militanlarının amacı burjuva düzeni içerisinde koltuk sahibi olmak değildir. İşte bu nedenle, emekçilerin tüm mücadelelerini, başlangıçta en sıradan olanları bile, sonuna kadar götürmeye çalışır. İşçi sınıfına güvenir ve işçi sınıfının, partiyi sollamasından gocunmaz.
Lutte Ouvriere bu aşamaya gelmiş bir parti değil. Ancak onun bir çekirdeği olup inşa etmeye çalışıyor.
Kurulması gereken devrimci komünist partinin nasıl olması gerektiği konusunda, Bolşevik örgüt yöntemleri temelinde olması gerektiğine yapılan vurgu, akımımızın kurucu metni olan "1943 Raporu" diye bilinen raporda vardı: "Bolşevik yaklaşım, 1917 Ekim Devrimi ile kendini kanıtladı. Ekim Devriminin yozlaşması, parti anlayışını bile sorguladı. Stalinizmin gerçek sınıf mücadelesinin bir ürünü olduğunu açıklayamadıkları için (bu mücadele sonucu iktidarı ele geçirmiş olan proletarya özel mülkiyeti kaldırıp planlı ekonomiye geçti. Ancak, devrim yoluyla kurulan mülkiyet ilişkilerine dokunmadan iktidarı gasp eden bürokrasi tarafından iktidardan uzaklaştırıldı. Bürokrasinin bu yaptığı siyasi, sosyal ve ahlak açısından… Bolşevizmin tam tersidir), birçok "eleştiri" Bolşevizmin de demokratik olmadığını söylüyor ve de Bolşevizmi, Stalinizmden sorumlu tutuyor. Tüm bu eleştirilerin hiçbiri, partinin yozlaşmasını engelleyebilecek bir çözüm getirmedi. Parti, burjuva iktidarını ortadan kaldırmak için mutlaka gerekli ama bunu yerine getirirken, farklı nedenlerden dolayı, örneğin maddi ve ideolojik yetersizliklerinden (III.Enternasyol’a bağlı ortaya çıkan bazı partilerde olduğu gibi) veya devrimci görevini yerine getirirken bitkin hale düşmesinden dolayı yaşananlar olabilir: Rusya’daki Bolşevik Parti örneğinde olduğu gibi. Bu "eleştiriler" en nihayetinde sınıf mücadelesinden uzaklaşarak burjuva ideolojilerini savundular.
Stalinizmin tahribatları, kesinlikle Bolşevizme atfedilemez. Stalinizim, Bolşevizmin devamı olmayıp tam tersine onun zıddıdır."
Stalinizme rağmen ve ona karşı olarak Bolşevik geleneği sahiplenmek, onlarca yıldır sürüyor ve güncelliğini koruyor. Partinin inşa edilebilmesi, Lenin’in demokratik merkeziyetçilik diye ifade ettiği olgu, yani militanların bunu benimsemesi ve temel almasıyla mümkün.
İnşa edilmesi gereken devrimci komünist parti, bir kitle partisi mi yoksa "profesyonel devrimcilerden" oluşan bir parti mi olmalı sorusu, genellikle içi boş tartışmalara yol açıyor. Devrimci komünist bir partinin hedefi, elbette proletaryanın önemli bir kısmını örgütlediği bir kitle partisine dönüşmek olmalı ve proletaryanın çoğunluğunun desteğini kazanmalı. Bu olmadığı takdirde, görevini yerine getiremez, yani işçi sınıfının gücüne dayanarak iktidarı ele geçiremez. Bolşevik Parti, işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmadan iktidarı ele geçiremezdi -zaten bunu istemiyordu!-. Bolşevik Parti’nin iktidarı ele geçirme girişiminde bulunma kararında, Sovyetlerde yapılan seçimlerde çoğunluğu elde etmesi belirleyici oldu.
Bir parti çekirdeği, eğer devrimci komünizm için özverili, yetişmiş, Marksist fikirleri öğrenmiş, kararlı, işçi sınıfının geçmiş mücadelelerini bilen ve proletaryanın mücadelelerine katılan militanlardan oluşmuyorsa büyüyüp gerçek bir partiye dönüşemez.
Parti, ancak devrimci bir dönemde sınıf mücadelelerine katılıp mücadelede olgunlaşmış, yani işçi sınıfının tümüyle bir sınıf olarak eyleme geçtiği ve saflarından binlerce kadın ve erkek militanı ortaya çıkardığında ve onları bu mücadele yoluyla burjuva iktidarını yıkmak gerektiğine ikna ettiğinde bir kitle partisine dönüşür. Bu parti, proletaryanın tam devrimci ortamda bulunmadığı dönemlerde her gün gelişen şartlar içinde, işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesi için gereken mücadeleleri verebildiği oranda gerçek bir partiye dönüşebilir.
Devrimci komünist fikirlerin bir kısmını terk ederek daha kalabalık olup, kestirme yoldan devrimci partiyi inşa edebileceğimiz sanmak aptalca. Bunu yapanlar, aslında devrimci komünist mücadele perspektifinden vazgeçtiklerini gizlemeye çalışanlar.
Komünist devrimci bir grubun kendini sadece saf propaganda ile sınırlayıp, işçi sınıfının harekete geçeceği devrimci ortamda, saf bir program ve siyaset aramasını beklemek ciddi değil. İşte bu konudan Lenin’in "komünizmin çocukluk hastalığı" diye söz etmesi boşuna değil.
Bir örgüt, parti aşamasına gelmemiş ve sadece bir çekirdek olsa bile işçi sınıfının canlı mücadelesine katılmalı, fikirleri ile siyasetini yaymaya çalışmalı. Örgüt, sürekli bir şekilde faaliyet alanını geliştirebilmek için, o andaki devrimci faaliyetlere katılmaya henüz hazır olmayan ama komünist devrimci fikirleri benimsemiş olan kadın ve erkeklerle de birlikte hareket etmeye çalışmalı.
Bir parti inşa edebilmek için militan bir çekirdek mutlaka gerekli. Lenin bu konuda profesyonel militanlardan söz eder. Bunun nedeni, devrimci komünist faaliyetlerin genişleyerek yayılması ve sınırlı, kısmen veya anlık devrimci faaliyetlere mümkün olduğu kadar daha kalabalık kadın ve erkek kitlesini birlikte katabilmektir. "Lenin Ne Yapmalı" kitabında sıkça, "profesyonel militanlardan", "örgütleyiciler" diye söz eder. İşte bu da onların rollerinin ne olduğunu çok iyi açıklıyor.
Bu konuda da söz konusu olan devrimci hareketi sulandırmak değil. Partinin inşası için hareket eden grupların ve komitelerin "emekçilerin saflarında" olduklarını hissetmeleri gerekli ancak yeterli değil. Aynı hedef ve programı paylaştıklarını da hissetmeliler. Ancak bu şartlarda, ileride kurulacak parti ile emekçiler arasında, siyasi örgütün mücadeleye katılmaya hazır yeni genç emekçi ve aydın kökenli gençleri bulma faaliyetlerine katkısı olur.
Parti çekirdeği, emekçilerin günlük mücadelelerine katılıp onların güvenini ve gönlünü kazanıp bir parti aşamasına geçebilmek için hedefi hiç de sosyal devrim olmayan (sendikalar, kültür ve spor dernekleri, yardımlaşma ve dayanışma dernekleri) farklı örgütlerin faaliyetlerine de katılmalı. Ancak bunlara devrimci komünist siyaseti savunarak katılmalıyız. Devrimci komünist militan ve sempatizanlar için çevre edinip eylemlerine destek bulmak ve fikirlerini yaymak çok önemli.
İşte oluşturulan geniş çevre -bunu kendi ölçeğimizde görmek gerek- siyasi açıdan bakıldığında, örgütün bir uzantısı olarak görülmeli.
Bugün, bizim konumumuzda olan bir örgütün hangi yollardan geçip bir parti çekirdeğine dönüşeceğini tahmin etmeye çalışmak boşuna.
İşçi sınıfı içerisinde reformizmi, seçimleri, kurtuluş yolu olarak gören ama mücadeleden vazgeçmeyen, morali bozulmayan ve daha mücadeleci bir ortamda Komünist Parti ve benzerleri ile Melanşoncular ve sendikacılarla yetinmeyen militanlar tarafından mı gerçekleşecek? Yoksa artık tamamen güvencesiz koşullarda, onlarca yıl öncesindeki geri kalmış ülkelerdeki emekçilerin dörtte üçünün sürekli yaşadığı şartlara geri itilmiş genç emekçilerin saflarından gelenler mi bunu gerçekleştirecek?
Teke tek militan kazanarak partiyi inşa etmek, düz bir çizgi gibi olmasa da, işçi sınıfının önümüzdeki kitlesel mücadeleleri üzerine tahmin yapmak doğru değil. Eğer böyle fırsatlar doğarsa, değerlendirmek gerek ama bunları önceden tahmin etmek olanak dışı. Fransa için örnek vermek gerekirse, Mayıs 1968’de böyle bir fırsat doğmuştu ama devrimci olduğunu söyleyen akımlar bunu değerlendiremedi.
İşçi sınıfı hareketi içerisinde eskiden yer almış partilerin (özellikle Fransız Komünist Partisi) yıkılmasının ardından, reformistlerin artık hiçbir şansı yok ve alan devrimcilere kaldı gibi değerlendirmeler hiç ciddi değil. İşçi hareketi içerisinde bu iki farklı perspektif arasındaki siyasi mücadele, farklı şekillerde, sürekli var oldu. İşçi sınıfının mücadeleci konumunda önemli büyüme olduğu ortamda, hatta ilk aşamalarda, reformist ve seçimleri çözüm olarak savunanlar bundan yararlanacak. İşte böyle bir ortamda devrimci komünist akım, devrim hareketini ön plana çıkarıp devrim tüccarlığı yapanlara karşı koymalı.
Burada son verirken yeniden hatırlatalım, komünist devrimci bir partinin inşası, devrimci bir enternasyonalin inşası ile iç içedir. İlkinin büyümesine olanak sağlayacak şartlar, ikincisine de olanak sağlayacak. Ancak bu yönde hareket eden bir siyaset gerekli. Hem Enternasyonal hem de parti inşası için Fransa’da da takip edilecek yol, devrimci Marksizm yoludur. LCD (06.10.2017)
İşçi sınıfının sömürürü düzeninden kurtuluşu ancak toplumu kapitalizmin boyunduruğundan
kurtarmasıyla mümkün olur. Bunu başarabilmek için devrimci komünist partileri inşa etmek
gerekli.
Devrimci komünist bir parti, ancak Marks ve Engels’in 170 yıl önce oluşturdukları
bilimsel sosyalizm ve yazdıkları Komünist Manifesto temellerinde yeniden inşa edilebilir. Bu
eser, emekçilerin maddi ve siyasi çıkarlarını, sadece kapitalist düzen sınırları içerisinde
savunmakla yetinmiyor, aynı zamanda kapitalizmi yok edebilecek işçi sınıfı hareketinin bir
akımının temelleri ve programıdır.
Modern işçi sınıfı (proletarya), modern kapitalizmin, dünyadaki iş bölümünün
gelişmesiyle ve sanayinin hızla modernleşmesiyle oluştu. Toplumu kapitalist temellerden
kurtarıp yeniden daha üst düzeyde, yani komünist temellerde inşa edebilecek tek güç işçi
sınıfıdır. Kapitalizmin gelişmesi, ekonomiyi evrenselleştirdi ve bu sayede devrimci
proletaryanın sömürüden, rekabet ve krizlerin olmadığı yeni bir toplumu inşa edebilmesini
olanaklı kıldı.
Proletarya temel hedefi gereği, mücadelesini ulusal sınırlarla sınırlandıramaz. Tam
aksine proletaryanın hedefi, burjuvazinin uluslar arası ekonomik ve siyasi hakimiyetine son
vermek, işçi sınıfının dünya çapında ekonomik ve siyasi iktidarını kurmaktır.
Komünist hareket tarihinde parti inşası, dünya devrimini temsil eden Komünist
Enternasyonal inşası ile iç içe geçmiştir.
Kapitalizmin gelişmesi, toplumsal ilişkileri basitleştirdi: Toplumu “düşman ve taban
tabana zıt iki büyük sınıfa, yani burjuvazi ve proletaryaya indirgedi.” Komünist Manifesto’da
belirtildiği gibi iki zıt sınıf, hep sürekli birbiriyle mücadele etti. Bu mücadele bazen, sadece
yer altında bir fabrikada, patron ile işçiler arasındaki kavga ile sınırlı kalır. Bazen daha üst
seviyede, büyük sınıf kavgaları, grevler ve ayaklanmalar şeklinde olur. Bunlar bazen
emekçiler için zaferle, en azından kısmi zaferle ama çoğu zaman, küçük veya büyük
yenilgilerle sonuçlanır.
Resmi tarihin ve yansımalarının, farklı burjuva devletlerin rekabet ve savaşlarının
ötesinde tarihin gerçek motoru sınıf mücadelesidir.
Burjuvazi ve proletarya arasındaki güç dengesindeki değişimlerin ötesinde, toplumun
kapitalist temel üzerinde biçimlenmesi ve bunun emekçiler arasında yol açtığı rekabet, işçi
sınıfının oluşturduğu örgütlerde hep olumsuz sonuçlara yol açtı. Burjuva toplumu, temel
olarak özel mülkiyet ve ekonomik rekabet temellerinde oluştuğu için bu durum, emekçiler
arasında da sürekli rekabete yol açıyor. Komünist Manifesto’nun da altını çizdiği gibi:
“Proletaryanın bir sınıf olarak oluşumu, bir yönüyle siyasidir ve rekabet nedeniyle sürekli
dağılıyor.”
Toplumsal kurtuluş için verilen mücadele aynı zamanda, bireyselliğe karşı ve
emekçiler arasında aynı sınıfa ait olma bilincinin oluşması için verilen mücadeledir.
Burjuvazinin toplum üzerindeki hakimiyetine son verilmediği müddetçe bu mücadele yeniden
ve yeniden gerekli olacak. İşçi sınıfının büyük çoğunluğu, sadece ve sadece devrimci
ortamlarda sınıf çıkarları ve ortak siyasi hedefler temelinde bir araya gelebilir. İşte işçi sınıfı
sadece bu dönemlerde, tarihi görevi olan, kapitalist toplum ilişkilerini kökünden kazıyarak
üretim araçlarının özel mülk olmadığı, rekabetin ve sömürünün olmadığı bir toplumu inşa
edebilir.
Komünist Manifesto açıkça; “Komünistler, hedeflerinin gerçekleşmesi için geleneksel
toplum düzenin şiddet yoluyla yıkılması gerektiğini açıkça beyan ederler” diyor. Reformist
“sosyalist” veya Stalincilerin söyledikleri saçmalıkların aksine, işçi sınıfı burjuva kanunların
hüküm sürdüğü bir ortamda iktidara gelemez. İşçi sınıfı, siyasi bağımsızlığını elde edemeden
iktidara gelemez: “İşçiler ve özellikle de Birlik, demokrat burjuvalara alkış tutup kuyrukçuluk
edeceğine, resmi demokratlarla birlikte gizli ve açık, ayrı bir örgüt kurup her işçi çevresini,
2
işçi merkezi ve çekirdeklerine dönüştürüp proletaryanın görüşlerinin ve çıkarlarının,
burjuvaların etki alanı dışında tartışacağı bir yer olmalı.” (Merkez Komitesi ve Komünist
Birlik’e, gönderilen hitaptan bir alıntı. Marks ve Engels, Mart 1850)
İşte Bolşevik Parti, Rus proletaryasının devlet iktidarını bu temellerde alabilmesini
gerçekleştirdi ve bilimsel sosyalizmin uygulanmasını, yeryüzünün altıda birini kapsayan bir
alanda uygulayabildi.
Bolşevik Parti’nin en önemli lideri olan Lenin; 1897 yılında, “Rus Sosyal
Demokratların Görevleri” broşüründe, Rusya proletaryasının Sovyetler (konseyler) oluşturup
iktidarı almasından tam 20 yıl önce açıkça yazdı: “Bizim görevimiz, faaliyetlerimizi işçilerin
pratik, güncel sorularına yöneltip onlara bu konularda yardımcı olmak, temel haksızlıklara
karşı onları uyarmak, patronlarına sundukları istekleri daha somut ve pratik ifade etmelerine
yardımcı olmak ve de işçilerin dayanışma ve ortak çıkarlarının bilincini geliştirip, Rusya’daki
işçi sınıfının çıkarlarının ortak olduğunu, onların bölünmez bir bütün olduklarını ve dünya
proletarya ordusunun bir parçası olduklarını aktarmaktır.”
Lenin ve Troçki’ye göre Rus proletaryasının 1917’de başardığı devrim “dünya
proletarya ordusunun” bir bölüğünün, tayin edici bir savaşa katılıp kazandığı ilk zaferdi.
Devrim sürecinin başladığı Şubat ile Ekim arasında geçen 8 ayda, işçi sınıfının devrimci
sürece katılmsıa ve kararlılığı ile Bolşevik Partisi’nin oynadığı rolü bir birinden ayırmak
mümkün değil. Yani şunu söyleyebiliriz; işçi sınıfının siyasi öncülerini örgütlemiş parti ile
işçi sınıfı arasındaki ilişkiler, o zamana kadar tarihte eşine hiç rastlanmamış düzeyde iç içe
geçti. Bu iç içe geçiş, 8 ay süren sınıf mücadeleleri boyunca sürdü ve devrimin
gerçekleşmesiyle zirveye ulaştı.
Devrimin, işçi sınıfının öncüleri ile bu seviyede iç içe geçebilmiş olmasının temel
nedeni, Bolşevik Parti ve militanlarının, önceki yıllarda proletarya ile uyumlu çalışıp birlikte
hazırlanmasıdır.
Burada 1905 devriminin önemine ve 1917 devrimine yaptığı katkılara, yani “genel
deneme” olduğuna, 1907 ve onu takip eden 10 yıl içerisinde proletarya hareketinin yaşadığı
mücadele ve örgütlenmesindeki büyük gerilemelere yeniden değinmeyeceğiz.
1905’te işçi sınıfı mücadelesinin yükselişi ile 1907’den sonraki büyük gerileme
dönemi; bu iki olayın her biri, farklı açılardan bizim akımımız için örnek olan partinin
oluşumuna katkı yaptı. Lenin, Rus Devrimi’nin yol açtığı devrimci yükselişin ışığında,
1920’de yaptığı bir değerlendirmede; “Bugün bizler, önemli bir uluslar arası deneyime sahibiz
ve bunun ışığında bizim devrimimizin en önemli yönü ne yerel ne ulusal ne de Rus özelliği ile
sınırlı, gerçekten uluslar arası olmasıdır.” (Komünizmin Çocukluk Hastalığı)
Proletarya, Rusya’da Ekim 1917’de devrimi yoluyla, iktidarı ele geçirmek için
kendisine gerekli olan partinin nasıl olması gerektiği üzerine yapılan tartışmalara çözüm
getirmişti. Her şeyden önce de Rusya’daki Menşevik ile Bolşevik akımları arasındaki
proletaryanın zaferi için yapılan tartışmaları çözdü: Menşevikler, Rus sosyal demokrat
partinin bir parçası olmalarına rağmen, kesin olarak burjuvazinin saflarında yer aldılar.
1917-1921 arasında, Avrupa’daki devrimci dalga, Avrupa’nın büyük bir bölümünü
sarsarak Bolşevik yöntemlerin teorik değil, canlı bir şekilde; yani Rus Devriminin zaferle
sonuçlanması ve diğer devrimci hareketlerin yenilgisiyle ispatladı.
Proletarya, iktidarı ele geçirip elinde tutmayı sadece Rusya’da başardı. Proletaryanın
Almanya’da, Macaristan’da, Finlandiya’da ve bir dereceye kadar İtalya’da oluşan devrimci
ortamların sonuçlanmasındaki rolünde elbette bir sürü etken belirleyici oldu. Bu etkenler
arasında, her ülkedeki proletaryanın seferberliğinin boyutları var. Farklı ülkelerdeki
burjuvazinin önceden yaptığı hazırlığın önemi, siyasi ve askeri personelin yeteneği ve
jeopolitik konumu, ülkenin büyüklüğünü, ekonomisinin büyüklüğünü ve askeri açıdan
kırılganlığını gibi etmenleri unutmamak gerek.
Rus proletaryası, sadece iktidarı ele geçirmekle kalmadı, aynı zamanda hem
körüklenen iş savaşa ve buna ek olarak emperyalist güçlerin yaptıkları dış askeri
3
müdahalelere direndi hem de çok geniş bir alana yayılmış geri kalmış bir ülkede olmasına
rağmen iktidarı koruyabildi.
İşte tüm yaşananlar, Bolşevik tipte bir partinin bütün dünyada gerekli olduğunu
kanıtladı.
Burjuvazi dünya çapında, kapitalist toplumdaki iki büyük temel sınıf arasındaki
uluslar arası mücadeleyi, önemli ölçüde sosyal demokrasinin, yani işçi sınıfının başında
bulunan parti yöneticilerinin verdiği destek sayesinde zaferle sonuçlandırabildi. Reformist
sosyal demokrasi, işçi sınıfı hareketinden gelen parti yöneticilerinin ve parti aygıtının nasıl bir
tarihi diyalektik ile kapitalist toplumu koruma aracına dönüştüğünü ilk defa ortaya koydu.
Tarih, ilk işçi devletinin yozlaşıp bürokratlaşmasıyla yine buna benzer bir şeyin
oluşmasına yol açtı ama bu daha uzun sürdü ve daha feci sonuçları oldu.
Devrimin içinden çıkan Stalinizm, karşı devrimin en büyük gücü haline dönüştü.
Sadece Sovyetler Birliğinde bürokrasinin çıkarlarını savunmakla sınırlı kalmayıp, bütün
dünyaya yayıldı.
Sovyetler Birliğinde iktidara gelen bürokrasi işçi sınıfı ezdi ve Ekim Devrimine sadık
kalan bir kuşak devrimciyi katletti. Stalinizmin yaptıkları, dünya devrimci hareketini etkiledi.
Stalinizm, kapitalist ülkelerdeki devrimci hareketin gelişmesini (örneğin 1936 İspanyol
devrimi ve bir ölçüde Fransa’da) engellediği gibi Halk Cephesi siyasetiyle işçi sınıfı
hareketlerini, burjuva partilerin kuyruğuna dönüştürdü.
Büyük kapitalist ekonomik kriz döneminde, 1930’lu yılların ortalarında, burjuvazi ile
proletarya yeniden uluslar arası seviyede büyük bir kavgaya tutuştu. Hakim sınıf iktidarını, en
azından Avrupa seviyesinde, bir yandan faşizm sayesinde diğer yandan Stalinizmin
desteklediği halk cepheleri sayesinde koruyabildi.
1930’lu yıllardaki sınıf mücadelelerinde, büyük kapitalist ekonomik kriz, Birinci
Dünya Savaşı sonrasındaki 1917-1921 yılları arasında, devrimci dalganın oluşturduğu etkileri
geliştirmişti. Ancak uluslar arası seviyede proletarya, yeniden mücadeleci konuma
yükselmesine rağmen kendisini zafere götürebilecek bir önderliği yoktu. Hatta daha kötüsü:
İşçi hareketinin önderi olduğunu iddia eden sosyalist ve Stalinci partiler, temel olarak
burjuvazinin temel siyasi çıkarlarını savunup burjuvaziye yeryüzü çapında düzeni
koruyabilmesine yardımcı oldular.
Troçki’nin Geçiş Programında özetlediği gibi, “İnsanlığın krizi, devrimci önderliğin
krizine indirgendi.”
Devrimci işçi hareketinin devamlılığını sağlamak için yapılan tek ciddi girişim;
Rusya’da Sol Muhalefet’in ve 4. Enternasyonal’in girişimleri oldu. Troçki ve 1940’da,
Stalin’in emri ile katledilmesinden kısa bir süre önce kurulan 4. Enternasyonal’in rolü, Ekim
Devrimi’nin ve devrimci hareketin sürekliliğini korumaktı. Böylece Marks ve Engels’in
temsil ettiği Birinci Enternasyonal, ardından Birinci Dünya Savaşına kadar II. Enternasyonal
ve 1919-1923 yılları arasında III. Enternasyonal’in temsil ettiği gelenek sürdürülmüş oldu.
II. Enternasyonal döneminde yetişmiş bir militan, Rus Devrimi’nin önemli
önderlerinden biri ve III. Enternasyonal’in sözü geçen lideri olan Troçki, büyüyen Stalinizme
karşı iki Enternasyonal’in en iyi yönlerini temsil etti.
Troçki, geçmişte elde ettiği muazzam birikime ek olarak, İşçi Devleti’nin
yozlaşmasından sonraki dönemde, emperyalist burjuvazi ile proletarya arasındaki ilişkiler
konusunda çok temel katkılar yaptı.
İlk katkısı; proletarya devriminin yozlaşarak asalak bir bürokrasisinin oluşmasına
ilişkin yaptığı Marksist analizdi.
Ardından faşizm ve Halk Cephesi konularındaki ikinci analiz geldi. Emperyalizm
büyük 1929 krizi yüzünden oluşan proletarya devrimi tehlikesini, birinci şıkta terör ve ikinci
şıkta ihanet yoluyla çözdü.
Troçki’nin bu dönemde yazdıkları, çok ders içeren zengin bir dönemin Marksist
yaklaşımıydı: Almanya’da, Nazizmin tırmanışına karşı verilen mücadele, 1936 İspanyol
4
Devrimi, Fransa’da 1936 Haziran hareketi, ABD’de işçi sınıfının o zamana kadar görülmemiş
mücadeleleri.
Troçki’nin siyasi yazıları, ölümünden sonra yaşanan bir sürü olayı anlamaya
yardımcıdır: Örneğin genç Çin Komünist Partisi’nin nasıl bir milliyetçi partiye dönüşüp
yoksul köylülerin isyanını kullanarak, siyasi iktidarı nasıl ele geçirdiğini aydınlatıyor.
Bizler, Troçki’nin 1938’de kurduğu IV. Enternasyol’e bağlıyız, yani Ekim 1917
Devriminin yerle bir edilip Stalinci bürokrasinin zafer kazandığı, Almanya’da ve İtalya’da
faşizmin iktidara geldiği bir dönemde, Viktor Serge’in deyimi ile “yüzyıl içerisinde gece
yarısı karanlığının hakim sürdüğü bir ortamda” oluşan enternasyonale bağlıyız. Bize göre
günümüzün emperyalizm döneminde de devrimci Marksizmin manifestosu olan Geçiş
Programı geçerliliğini koruyor.
Ancak ne Troçki’nin hayatta olduğu ne de özellikle ondan sonraki dönemde
Troçki’nin kişiliğinde somutlaşmış olan devrimci fikirler ve program, yeniden işçi sınıfı
içerisinde kök salabildi.
Bolşevik Parti’nin geleneğini taşıyan tek parti, Sovyetler Birliği’ndeki Sol
Muhalefet’ti. İyi yetişmiş, Rus Devrimine katılan, çok birikimli, ilk yıllarda ekonominin
sosyalist temellerde dönüşümünü ve de yükselişe geçen bürokrasiye karşı mücadeleyi yaşamış
militanlardan oluşuyordu. Ancak Stalinci bürokrasi tarafından ezildi. Bu mücadele gerçekten
bir ölüm kalım mücadelesi oldu. Sol Muhalefet militanları katledildi ve proletarya kendi
devletinin yozlaşmasını ve kendi içinden çıkan bürokrasinin, imtiyaza kavuşup başa gelmesini
gördü. Bu kavga, uluslar arası arenaya da yayılmıştı.
Komünist Enternasyonal’den gelen partiler, Stalinci partilere dönüştü, komünizmi
gasp ettiklerini ve devrimci Marksizmi kullanan Stalinci olduklarını, Sovyetler Birliği’nde
bürokratik diktatörlük kurduklarını teşhir edenlere karşı, her yerde acımasız bir savaş
yürüttüler.
Stalizmin akıbetini, hem Sovyetler Birliği’nde hem de uluslar arası işçi hareketinde ne
olduğunu, çöküşünü gördük. Ancak hem proletarya hem de tüm toplum, bunların bedelini
ödemeye devam ediyor.
Günümüzde parti sorunu
Rus Devriminden bu yana bir yüzyıl geçmiş olmasına rağmen proletarya, dünyanın hiçbir
yerinde iktidara gelemedi. Hatta hiçbir yerde iktidar mücadelesi yaşamadı. Proletarya,
kurtuluşu için mutlaka gerekli olan devrimci bir partiye hiçbir ülkede sahip değil.
Buradaki konumuz bu uzun sürede yaşananların sebeplerini tahlil etmek değil. Ancak
en azından şunu söyleyebiliriz: İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşananlar, ya tamamen ya da
kısmen, devrimci hareketten bağımsızdır. Örneğin; 1950-1960 yılları arasında emperyalist
ülkelerde belirli bir istikrar yaşandı. Emperyalist burjuvazi, bu istikrarı bir yönüyle Sovyet
bürokrasisiyle aktif işbirliği yaparak devrimci hareketi boğması ve de diğer ülkelerdeki
Stalinci hareketin II. Dünya Savaşı esnasında, I. Dünya Savaşına göre çok daha büyük
boyuttaki katliama karşı oluşan tepkileri farklı konulara yönlendirmeyle başardı ve kapitalist
düzeni yeniden sağlamlaştırdı. Gelişmiş emperyalist ülkelerdeki devrimleri de boğdular.
Emperyalizmin, ezdiği geri kalmış ülkelerdeki yoksul kitlelerin devrimci hareketlerini
milliyetçi kanallara yönlendirdiğini de eklemek gerek.
Çin’den Endonezya’ya, Hindistan’dan Vietnam’a kadar olan ülkelere yayılan güçlü
devrimci sarsıntılar, emperyalizmi sarsmış olsa da, yerle bir edemedi. Milliyetçi önderlerin
böyle bir hedefi yoktu, tek istediği yerli burjuvazinin iktidara gelmesiydi. Bugün Çin’in
geldiği durum, yani oradaki vahşi kapitalizm ve ortaya çıkan “kızıl milyarderler”, Mao ve
etrafındakilerin devrim sürecine girmiş halka verdikleri hedefler arasındaydı.
Emperyalizm, ezilen halkların kurtuluş için verdiği savaşlar sonucunda, sömürgeci
biçimindeki iktidarına son vermek zorunda kalmış olsa da, hakimiyetini sürdürdü.
5
Emperyalist burjuvazi, sınıfsal hakimiyet açısından bakıldığında, yoksul ülke
burjuvazilerini, dünya kapitalist sistemine dahil edip ekleyerek, devrim tehlikesini atlattı.
Fransa’da, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki on yıllarda, eski işçi partileri giderek
burjuva toplumuyla daha da iç içe geçti. Sosyalist Parti, eski işçi niteliğini tamamen kaybedip
V. Burjuva Cumhuriyeti’nin temel partilerinden biri haline geldi. Yani bir sağ, bir sol parti
iktidarı şeklindeki burjuva hakimiyetinin temel taşı olmuştu.
Sonunda bu sistem çöküp yerine Macron ve Ulusal Cephe alternatifi oluşunca,
Sosyalist Parti onursuz bir şekilde çöktü.
Komünist Parti ise Stalinci yönlerini terk edip proletaryaya güvensizliğini ve diğer
alışkanlıklarını korudu. Komünist Parti, Sosyalist Parti’nin yedek lastiği haline dönüşmüştü,
Sosyalist Parti’den önce çöktü. İşçi hareketi militanları ise sendikalara yöneldi. Ancak kapağı
attıkları sendikalar iyi olmasa gerek, çünkü sendikalar da emperyalist devletin bir parçası
haline geldi.
Gelinen son duruma damgasını vuran, kapitalist düzenin büyük ve feci yeni ekonomik
kriz ortamında, işçi sınıfının tamamen silahsızlaştırılmış olmasıdır. İşçi sınıfının, kapitalist
düzeni yıkma hedefini güden bir partisi olmadığı gibi böyle bir partinin yokluğu yüzünden
siyasi alanda da kendini savunma olanaklarına sahip değil. Burada suçlu olan işçi sınıfı değil,
örgütleri. İşçi sınıfı, üretimdeki gücünü ve mutlaka gerekli olma konumunu koruduğu gibi
uluslar arası alanda, yoksul ülkelerdeki yeni işçi kitlelerinin katılımıyla, Lenin’in deyimiyle,
“proletarya ordusuna” yeni birlikleri kattı.
Kapitalist ekonominin gelişmesi, proletaryayı durmadan çeşitlendirip saflarını sürekli
büyüttü. Kapitalizm, yeni sömürü şekilleri icat etti veya en azından “modernleştirerek”
gizlemeye çalıştı. Son örnek “kendi kendinin patronu olma” (otoentroprönör) hikayesidir.
Diğer yandan kapitalizm, hizmetler, banka çalışanları, sigorta sektörü ve hastane
çalışanları şeklinde işçi sınıfının çeşitliliğini artırırken, ücretlerinde ve de yaşam şartlarında
farklılık yaratarak, sadece ücretleriyle geçinmek zorunda kalanlar arasında bölünmeler yaratıp
kullanıyor. Burjuvazi ve onun akıl hocaları, sömürülenler ile sömürüp servet edinenler
arasındaki temel sınıf farkı ve düşmanlığın olmadığını savunmak için bu bölünmelerini
kullanıyor.
İşte bu nedenlerden dolayı meslek çıkarları (korporatizm) hareketlerine karşı çıkmak
önemli, çünkü burjuvazi hakimiyetini sürdürebilmek için bunu bir silah olarak kullanıyor.
Burjuva akıl hocaları, emperyalist ülkelerde artık proletaryanın kalmadığını
savunmasına rağmen, bu ülkelerde başta sanayi ve kent ulaşım sektöründe yoğun proletarya
var. Örneğin bugün Fransa’daki sanayi işçisi sayısı, Haziran 1936’daki büyük grevler
döneminden çok daha fazla.
Krize yakalanan kapitalizm, her geçen gün reformist fikirlerin toplumsal temelini yok
ediyor. Sosyal demokrat ve Stalinci akımların inişe geçmesi bunun bir örneği. Ancak
toplumun gerici bir yöne evirilmesi sonucu fikirler ve bilinç düzeyi, gerçeklerin gerisinde
kalıyor.
Tüm emperyalist ülkelerde olduğu gibi Fransa’da da işçi sınıfı, yaşam koşullarını
mevcut kapitalist düzen sınırları içerisinde değiştirebileceği hayaline kapılmış durumda.
Fransa’da, seçimlerde oy kullanmamanın giderek artması, siyasete duyulan nefretin ifadesi.
Ancak, sömürülenlerin bilinç seviyesinin geliştiği anlamına gelmiyor. İşçi sınıfı, hala
seçimlerin bir çözüm olduğuna derinden inanıyor. İşçi sınıfının önemli bir bölümü, özellikle
de örgütlü olanlar, esas çözümün devrim yoluyla değil, seçim yoluyla olacağına inanmaya
devam ediyor.
Örgütlü işçi hareketi içerisinde morali bozulan birçok militan olsa da, mücadele ederek
yaşam koşullarını değiştirmek isteyen ve sınıf çıkarlarını savunmak isteyen emekçilerin çoğu,
örgütlü emekçi ve sendikal hareket içerisinde yer alıyor. Sendika önderlerinin tutucu olması
ve düzenin bir parçası haline gelmesine karşı mücadele etmek, ne kuyrukçu ne de sekter
siyasetle mümkün.
6
Kendine sol diyen “reformist” akım, yani sahte sosyalist ve sahte komünistlerin, son
zamanlarda ise Melanşon (Sosyalist Parti’den’ten kopmuş bir lider) taraftarlarının, emekçileri
seçim yoluyla çözüm arayışına sürüklemeleri, mevcut durumu yansıtıyor.
Devrimci komünistler bu gerçekleri görerek yola çıkmalı. İşçi sınıfının bir kısmını
devrimci komünist fikirlere kazanabilmek ancak gerçek komünist devrimci bir akımın var
olması ve tamamen farklı devrimci bir siyasetin savunulmasıyla mümkün.
Devrimci işçi hareketi tarihinde I.- II. ve III. enternasyonal seviyesinde devrimci
militanlar arasında sadece fikirler temelinde değil, kişiler temelinde de birlik ve devamlılık
vardı. İlk Enternasyonal çerçevesinde yetişen kuşak, yeni kurulan Enternasyonal’e geçip
militan ve yönetimin temelini oluşturuyordu. II. Enternasyonal’in ve yöneticilerinin çoğunun
ihanetinden sonra III. Enternasyonal’in militanları ve yönetimi, ihanet etmeyenler tarafından
oluşturulmuştu. Stalinizm işte bu devamlılığı yok etti.
Tarihi açıdan bir kopukluk yaşansa da, devrimci komünist partilerin yeniden inşa
edilme mücadelesi sıfırdan başlamıyor. Devrimci Marksizm; Marks, Engels, Luxembourg,
Lenin, Troçki ve başka bir sürü devrimcinin eserleri sayesinde yaşamaya devam ediyor. İşte
devrimci komünist bir parti, bu temellerde yeniden inşa edilebilir.
Çağımızın temel görevlerinden biri de gelecek kuşaklara ve özellikle işçi sınıfının
genç kuşağına, Marksist fikirleri aktarmaktır. Öncelikle tarihin materyalist algılanışını
aktarmak gerekiyor. Troçki bu konuda, Komünist Manifesto’nun 90’ıncı yılı nedeniyle şunları
yazmıştı: “O eser olayların ve karşıt eleştirilerin sınavından başarılı bir şekilde geçti; bugün
insanlık düşüncesinin en değerli aracıdır. Onun dışındaki tüm tarihi görüşler, bilimsel
geçerliliğini kaybetti. Şimdi şunu emin bir şekilde söyleyebiliriz; tarihi materyalist yöntem ile
algılayamayan bir kişi, devrimci bir militan olamayacağı gibi bilgili bir siyasetçi bile olamaz.”
Gerici fikirlerin ilerlediği, dini ve batıl inançlara geri dönüşümün yaşandığı
günümüzde bu fikri anlamak, kavrayıp hazmetmek çok önemli.
IV. Enternasyonal’e ve Troçkizme bağlı olduğunu söyleyen örgütlerin büyük
çoğunluğu, Stalincilerin uyguladığı şiddet nedeniyle işçi sınıfından koptu, küçük burjuvazinin
saflarına sığındı ve farklı şekillerde küçük burjuva aydınların etki alanına girdi. Önemli bir
kısmı, fiilen devrimci komünist siyaseti terk etti ve hatta bazısı temel fikirlerden bile vazgeçti.
Bugün Lutte Ouvriere’in temsil ettiği siyasi akım, İkinci Dünya Savaşı esnasında
resmi IV. Enternasyonal önderliğiyle ilişkilerini, 1940’ta Troçki’nin ölümünden sonra
uyguladıkları siyasetler nedeniyle, kesti. IV. Enternasyonal, Troçki’nin yokluğunda bölünerek
birkaç örgüt ortaya çıktı. Bugün şunu da söyleyebiliriz; örgütsel açıdan, hiç yaşamadan öldü.
Bizim devrimci komünist parti anlayışımız Lenin’in anlayışıdır: Devrimci komünist
parti, bir propaganda aracı olmalı, emekçiler için okul olmalı. İşçi sınıfının yaşamına ve en
güncel olanlar dahil tüm mücadelelerine katılmalı. Ancak her şeyden önce işçi sınıfının
iktidarını kurması için yani iktidarı burjuvazinin elinden koparıp alabilmesi için bir araç
olmalı.
Gerçek bir komünist partinin amacı, burjuvazinin hiçbir kurumunu devam ettirmek,
militanlarının amacı burjuva düzeni içerisinde koltuk sahibi olmak değildir. İşte bu nedenle,
emekçilerin tüm mücadelelerini, başlangıçta en sıradan olanları bile, sonuna kadar götürmeye
çalışır. İşçi sınıfına güvenir ve işçi sınıfının, partiyi sollamasından gocunmaz.
Lutte Ouvriere bu aşamaya gelmiş bir parti değil. Ancak onun bir çekirdeği olup inşa
etmeye çalışıyor.
Kurulması gereken devrimci komünist partinin nasıl olması gerektiği konusunda,
Bolşevik örgüt yöntemleri temelinde olması gerektiğine yapılan vurgu, akımımızın kurucu
metni olan “1943 Raporu” diye bilinen raporda vardı: “Bolşevik yaklaşım, 1917 Ekim
Devrimi ile kendini kanıtladı. Ekim Devriminin yozlaşması, parti anlayışını bile sorguladı.
Stalinizmin gerçek sınıf mücadelesinin bir ürünü olduğunu açıklayamadıkları için (bu
mücadele sonucu iktidarı ele geçirmiş olan proletarya özel mülkiyeti kaldırıp planlı
ekonomiye geçti. Ancak, devrim yoluyla kurulan mülkiyet ilişkilerine dokunmadan iktidarı
7
gasp eden bürokrasi tarafından iktidardan uzaklaştırıldı. Bürokrasinin bu yaptığı siyasi, sosyal
ve ahlak açısından… Bolşevizmin tam tersidir), birçok “eleştiri” Bolşevizmin de demokratik
olmadığını söylüyor ve de Bolşevizmi, Stalinizmden sorumlu tutuyor. Tüm bu eleştirilerin
hiçbiri, partinin yozlaşmasını engelleyebilecek bir çözüm getirmedi. Parti, burjuva iktidarını
ortadan kaldırmak için mutlaka gerekli ama bunu yerine getirirken, farklı nedenlerden dolayı,
örneğin maddi ve ideolojik yetersizliklerinden (III.Enternasyol’a bağlı ortaya çıkan bazı
partilerde olduğu gibi) veya devrimci görevini yerine getirirken bitkin hale düşmesinden
dolayı yaşananlar olabilir: Rusya’daki Bolşevik Parti örneğinde olduğu gibi. Bu “eleştiriler”
en nihayetinde sınıf mücadelesinden uzaklaşarak burjuva ideolojilerini savundular.
Stalinizmin tahribatları, kesinlikle Bolşevizme atfedilemez. Stalinizim, Bolşevizmin
devamı olmayıp tam tersine onun zıddıdır.”
Stalinizme rağmen ve ona karşı olarak Bolşevik geleneği sahiplenmek, onlarca yıldır
sürüyor ve güncelliğini koruyor. Partinin inşa edilebilmesi, Lenin’in demokratik
merkeziyetçilik diye ifade ettiği olgu, yani militanların bunu benimsemesi ve temel almasıyla
mümkün.
İnşa edilmesi gereken devrimci komünist parti, bir kitle partisi mi yoksa “profesyonel
devrimcilerden” oluşan bir parti mi olmalı sorusu, genellikle içi boş tartışmalara yol açıyor.
Devrimci komünist bir partinin hedefi, elbette proletaryanın önemli bir kısmını örgütlediği bir
kitle partisine dönüşmek olmalı ve proletaryanın çoğunluğunun desteğini kazanmalı. Bu
olmadığı takdirde, görevini yerine getiremez, yani işçi sınıfının gücüne dayanarak iktidarı ele
geçiremez. Bolşevik Parti, işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmadan iktidarı ele geçiremezdi -
zaten bunu istemiyordu!-. Bolşevik Parti’nin iktidarı ele geçirme girişiminde bulunma
kararında, Sovyetlerde yapılan seçimlerde çoğunluğu elde etmesi belirleyici oldu.
Bir parti çekirdeği, eğer devrimci komünizm için özverili, yetişmiş, Marksist fikirleri
öğrenmiş, kararlı, işçi sınıfının geçmiş mücadelelerini bilen ve proletaryanın mücadelelerine
katılan militanlardan oluşmuyorsa büyüyüp gerçek bir partiye dönüşemez.
Parti, ancak devrimci bir dönemde sınıf mücadelelerine katılıp mücadelede
olgunlaşmış, yani işçi sınıfının tümüyle bir sınıf olarak eyleme geçtiği ve saflarından binlerce
kadın ve erkek militanı ortaya çıkardığında ve onları bu mücadele yoluyla burjuva iktidarını
yıkmak gerektiğine ikna ettiğinde bir kitle partisine dönüşür. Bu parti, proletaryanın tam
devrimci ortamda bulunmadığı dönemlerde her gün gelişen şartlar içinde, işçi sınıfının iktidarı
ele geçirmesi için gereken mücadeleleri verebildiği oranda gerçek bir partiye dönüşebilir.
Devrimci komünist fikirlerin bir kısmını terk ederek daha kalabalık olup, kestirme
yoldan devrimci partiyi inşa edebileceğimiz sanmak aptalca. Bunu yapanlar, aslında devrimci
komünist mücadele perspektifinden vazgeçtiklerini gizlemeye çalışanlar.
Komünist devrimci bir grubun kendini sadece saf propaganda ile sınırlayıp, işçi
sınıfının harekete geçeceği devrimci ortamda, saf bir program ve siyaset aramasını beklemek
ciddi değil. İşte bu konudan Lenin’in “komünizmin çocukluk hastalığı” diye söz etmesi
boşuna değil.
Bir örgüt, parti aşamasına gelmemiş ve sadece bir çekirdek olsa bile işçi sınıfının canlı
mücadelesine katılmalı, fikirleri ile siyasetini yaymaya çalışmalı. Örgüt, sürekli bir şekilde
faaliyet alanını geliştirebilmek için, o andaki devrimci faaliyetlere katılmaya henüz hazır
olmayan ama komünist devrimci fikirleri benimsemiş olan kadın ve erkeklerle de birlikte
hareket etmeye çalışmalı.
Bir parti inşa edebilmek için militan bir çekirdek mutlaka gerekli. Lenin bu konuda
profesyonel militanlardan söz eder. Bunun nedeni, devrimci komünist faaliyetlerin
genişleyerek yayılması ve sınırlı, kısmen veya anlık devrimci faaliyetlere mümkün olduğu
kadar daha kalabalık kadın ve erkek kitlesini birlikte katabilmektir. “Lenin Ne Yapmalı”
kitabında sıkça, “profesyonel militanlardan”, “örgütleyiciler” diye söz eder. İşte bu da onların
rollerinin ne olduğunu çok iyi açıklıyor.
8
Bu konuda da söz konusu olan devrimci hareketi sulandırmak değil. Partinin inşası
için hareket eden grupların ve komitelerin “emekçilerin saflarında” olduklarını hissetmeleri
gerekli ancak yeterli değil. Aynı hedef ve programı paylaştıklarını da hissetmeliler. Ancak bu
şartlarda, ileride kurulacak parti ile emekçiler arasında, siyasi örgütün mücadeleye katılmaya
hazır yeni genç emekçi ve aydın kökenli gençleri bulma faaliyetlerine katkısı olur.
Parti çekirdeği, emekçilerin günlük mücadelelerine katılıp onların güvenini ve gönlünü
kazanıp bir parti aşamasına geçebilmek için hedefi hiç de sosyal devrim olmayan (sendikalar,
kültür ve spor dernekleri, yardımlaşma ve dayanışma dernekleri) farklı örgütlerin
faaliyetlerine de katılmalı. Ancak bunlara devrimci komünist siyaseti savunarak katılmalıyız.
Devrimci komünist militan ve sempatizanlar için çevre edinip eylemlerine destek bulmak ve
fikirlerini yaymak çok önemli.
İşte oluşturulan geniş çevre -bunu kendi ölçeğimizde görmek gerek- siyasi açıdan
bakıldığında, örgütün bir uzantısı olarak görülmeli.
Bugün, bizim konumumuzda olan bir örgütün hangi yollardan geçip bir parti
çekirdeğine dönüşeceğini tahmin etmeye çalışmak boşuna.
İşçi sınıfı içerisinde reformizmi, seçimleri, kurtuluş yolu olarak gören ama
mücadeleden vazgeçmeyen, morali bozulmayan ve daha mücadeleci bir ortamda Komünist
Parti ve benzerleri ile Melanşoncular ve sendikacılarla yetinmeyen militanlar tarafından mı
gerçekleşecek? Yoksa artık tamamen güvencesiz koşullarda, onlarca yıl öncesindeki geri
kalmış ülkelerdeki emekçilerin dörtte üçünün sürekli yaşadığı şartlara geri itilmiş genç
emekçilerin saflarından gelenler mi bunu gerçekleştirecek?
Teke tek militan kazanarak partiyi inşa etmek, düz bir çizgi gibi olmasa da, işçi
sınıfının önümüzdeki kitlesel mücadeleleri üzerine tahmin yapmak doğru değil. Eğer böyle
fırsatlar doğarsa, değerlendirmek gerek ama bunları önceden tahmin etmek olanak dışı. Fransa
için örnek vermek gerekirse, Mayıs 1968’de böyle bir fırsat doğmuştu ama devrimci
olduğunu söyleyen akımlar bunu değerlendiremedi.
İşçi sınıfı hareketi içerisinde eskiden yer almış partilerin (özellikle Fransız Komünist
Partisi) yıkılmasının ardından, reformistlerin artık hiçbir şansı yok ve alan devrimcilere kaldı
gibi değerlendirmeler hiç ciddi değil. İşçi hareketi içerisinde bu iki farklı perspektif arasındaki
siyasi mücadele, farklı şekillerde, sürekli var oldu. İşçi sınıfının mücadeleci konumunda
önemli büyüme olduğu ortamda, hatta ilk aşamalarda, reformist ve seçimleri çözüm olarak
savunanlar bundan yararlanacak. İşte böyle bir ortamda devrimci komünist akım, devrim
hareketini ön plana çıkarıp devrim tüccarlığı yapanlara karşı koymalı.
Burada son verirken yeniden hatırlatalım, komünist devrimci bir partinin inşası,
devrimci bir enternasyonalin inşası ile iç içedir. İlkinin büyümesine olanak sağlayacak şartlar,
ikincisine de olanak sağlayacak. Ancak bu yönde hareket eden bir siyaset gerekli. Hem
Enternasyonal hem de parti inşası için Fransa’da da takip edilecek yol, devrimci Marksizm
yoludur. LCD (06.10.2017)