Ankara’daki katliam, canavar düzenin yeni bir çılgınlığıdır
Cumartesi sabahı iki canlı bomba, yürüyüşün başlamasından birkaç dakika önce Ankara Garı önünde kalabalığın ortasında patlatıldı. Binlerce kişinin katıldığı barış mitingini sol sendikalar, barış dernekleri ve HDP tarafından tertiplemişti.
En son haberlere göre 128 kişi öldü, ve 48’i ağır olan, 400 civarında da yaralı var. Bir ay önceden duyurulan ve gerekli izinlerin alındığı bu yürüyüş için gerekli önlemlerin alınması hükümetin görevidir. Türkiye’deki son durum, özellikle de 7 haziran genel seçimlerden iki gün önce, Diyarbakır’daki kalabalık HDP mitinginin başlamasına birkaç dakika kala patlatılan ve 4 kişinin ölümüne ve 400 kişinin yaralanmasına ve de 20 temmuzda Suruç’ta patlatılan canlı bomba sonucu ölen 32 kişi ve yaralılar göz önünde bulundurulduğunda böyle bir katliam olacağını tahmin etmek hiç de zor değildi.
Katliamın tertiplenmesine ilişkin birkaç olasılık öne sürülüyor. Hatta AKP’ye yakınlığı ile bilinen bazı medya grupları hiç utanmadan, bu katliamı PKK’nın gerçekleştiğini öne sürüyorlar. Bu ortamda, ateşkes ilanından bir gün önce PKK’nın böyle bir şey yapması kendi açısından bile bir çılgınlık olurdu! Ölenlerin önemli bir kısmı Kürt kökenli olup HDP’nin büyük bir katılımı vardı. Aslında bu katliam kimin işine yarar sorusu sorulduğunda, bunun AKP ve Erdoğan’ın işine yaradığı açıkça ortaya çıkıyor. Erdoğan ve suç ortakları 7 haziran’da, HDP’nin seçim barajını aşması sonucu mutlak çoğunluğu elde edemedi. Böylece yüce yargılanma tehlikesini atlatmak için Anayasayı değiştirip mutlak iktidarını sürdürme yolu tıkanmış oldu. Yine ayni nedenden dolayı Erdoğan ve yakın çevresi, ellerindeki bütün olanakları kullanıp koalisyon hükümeti kurulmasını engellediler ve yeniden erken seçim yapılmasını karar verdiler. Amaçları, bu defa bir yolunu bulup mutlak çoğunluğu elde etmek. Bunun için de onlara göre her şey “mubah”. İşte Kürt halkına karşı yeniden başlatılan iç savaşın da esas nedeni budur. Örneğin bunu teşhir eden herkese yapılan saldırıların nedeni de budur.
Daha önce gerçekleştirilen iki katliamın ardından şu ortaya çıktı: Polis ve istihbarat bu katliam hazırlıklarından haberdardı ve gerekenler kasıtlı olarak yapılmadı. Ankara katliamı da tıpkı diğer iki katliama benziyor ve bu defa da gerekenler yapılmadı. Gerekli güvenlik önlemleri alınmadı.
Bu durumu doğrulayan şey polisin, katliam sonrasında, önce uzaklaşmaya çalışan sonra da yardım etmeye çalışıp protesto edenlerin üzerine hemen saldırırken, ambülansların gelmesi 40 dakika sonra oldu. Böylece bazı yaralılar kurtarılamadı.
Katliamın ardından hükümetin aldığı ilk kararlardan biri olan basına, internete ve sosyal medyaya dayatılan yasaklar da çok anlamlı. Belli ki gerçeklerin açıkça ortaya çıkmasını istemiyorlar.
Erdoğan, Davutoğlu ve hükümet, artan tepkiler karşısında iki yüzlü açıklamalar yapmak ve de 3 günlük yas ilan etmek zorunda kaldılar. Ama bu iki yüzlülüğün kitleleri aldatabilme olasılığı fazla görülmüyor. Örneğin katliamdan birkaç saat sonra yürüyüş yerine giden bakanlar, kitlelerin haklı tepkisi üzerine alanı hemen terk etmek zorunda kaldı.
Erdoğan ve AKP, yıllar boyunca kitleleri sünni ve alevi, Kürt ve Türk olarak böldü. Şimdi ise kardeşlikten ve birlikten söz ediyorlar.
Türkiye’nin birçok bölgesinde, özellikle de sanayi merkezlerinde Kürt ve Türk emekçiler aynı yerlerde çalıştıkları için her gün birlikte. Genellikle aynı patronların baskı ve sömürüsüne, aynı ekonomik sorunlarla karşı karşıya ve kapitalist ekonominin krizinin bedelini birlikte ödüyorlar.
İşte tüm bu nedenlerden dolayı emekçiler ,Türk ve Kürt ayrımı yapmadan, üretimden gelen güçlerini kullanmasını becerirlerse sorunlarına çözüm bulabilirler. Seçimler, hele de yapılacağına dair güvence bile olmayan 1 Kasım seçimleri emekçiler için bir çözüm getiremez.
11 Ekim 2015, Pazar