Sinif Mucadelesi

1945 yılı şubatı, Yalta konferansı: Kitlelere karşı bir birlik

Pazar 11 Nisan 2010

65 yıl önce, 11 Şubat 1945’de, Kırım Yarımadası’nda bulunan Yalta’da, ABD cumhurbaşkanı Roosevelt, İngiltere cumhurbaşkanı Churchill ve SSCB başkanı Stalin’i bir araya getiren Yalta konferansı yapıldı. Bu konferans, bir tarafta emperyalist güçler, diğer tarafta SSCB olmak üzere, dünyanın paylaşılmasının sembolü olarak kaldı.

Aslında bu konferans, Alman emperyalizmine karşı ittifak yapan güçlü devletlerin şeflerinin, özgürlüklerini kazanan ülkelerde, savaşın sonrasını hazırlamak için, kendi aralarında yaptıkları birçok görüşme ve pazarlıklardan sadece biriydi. Yalta konferansı sırasında, taslağı belirlenen biçimde dünyanın yeni etki alanlarına bölünüp paylaşılması 45 yıl sürdü.

Savaşın sonu yakındı ve aynı korku Stalin’i ve emperyalist yöneticileri bir araya getiriyordu. Bu, kitlelerin maruz kaldıkları sefalet, savaş ve diktatörlük yıllarından sonra kurulu düzeni silip süpürecek bir devrimci patlama yaratması korkusuydu.

Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden hemen sonra ortaya çıkan, 1917 – 1919 yıllarının devrimci dalgasını henüz unutmamışlardı. Alman birliklerinin, Doğu Avrupa’da işgal ettiği ülkelerden çekilmesinden sonra geriye ne ordu, ne polis, ne de idari sistem kalmış, büyük bir devlet ve otorite boşluğu doğmuştu. İşte korkuları bu nedenle çok büyüktü. Savaş süresince Londra’ya sığınan hayalet hükümetlerin ne bir işçi devrimini ezecek, hatta kitleleri kapitalist ekonominin yeniden inşası için zorlayacak güçleri vardı.

Bütün devrimci patlamaları önlemek

İttifak devletlerinin ilgilendikleri temel konu, anlaşmazlık ve çatışma sona erdiğinde, özgürlüğünü kazanan veya yenilen ülkelerde, askeri bir işgalle sorumluluğu devralmaya yetenekli ulusal devlet aygıtları yeniden kurulana değin, kendi düzenlerinin hükmünü sürdürmekti. Bu ülkeler Almanya’da 1918 yılında yaşananların, daha büyük çapta başka ülkelerde yeniden yaşanmasını istemiyorlardı.

Almanya’da, 1918 yılında ateşkes sırasında, kraliyet rejimini alaşağı eden bir işçi devrimi patlak vermişti. Emperyalist ülkeler, işgal ile ilgili tartışmalara paralel olarak, 1943 yılından itibaren, Alman halkına karşı (daha sonra da Japon halkına karşı), yürürlükteki diktatörlüğü yıkabilecek olan işçi sınıfının bütün örgütlenmelerini engellemek için, büyük kentlerde yaşayanları kırlara doğru kaçmaya zorlayıp boşaltmaya çalışarak ve buraları sistemli bir biçimde bombalayarak bir terör politikası uyguladılar.

ABD ve İngiltere’nin, halkın isyanını önlemek ve savaşı bir an önce bitirmek için, Nazilerin 1941 yılı haziran ayındaki saldırılarının kendi kamplarına yerleştirdiği SSCB’nin işbirliğine ihtiyaçları vardı. SSCB’ye jandarma olarak ihtiyaçları vardı. Ayrıca, Stalin rejiminin komünist partiler aracılığıyla dünya ve Avrupa işçi sınıfı üzerinde uyguladığı etkiye de ihtiyaçları vardı.

Her ne kadar Batılı yöneticiler ve Sovyet yöneticileri arasındaki güvensizlik büyük boyutlarda olsa da, Stalin, emperyalist yöneticilerin onun desteğine güvenmelerini sağlamak için iyi niyetini yeterince kanıtladı.

Örneğin 1943 yılının mayıs ayında, Komünist Enternasyonal feshedildi, SSCB’nin resmi ulusal marşı olan Enternasyonal marşı da terk edildi, değiştirildi. Tüm bunlar sadece sembolik olaylar değildi. Bunlar aynı zamanda, Stalin’in enternasyonalizmi ister gibi bile görünmemesi ve her ülkenin işçi sınıfını, o ülkenin burjuvazisi karşısında yapayalnız bırakması anlamına geliyordu.

Stalin ayrıca, önceki görüşmelerde imzalanan uzlaşmalara harfi harfine uyduğunu da gösterdi. Balkanlarda, Churchill ile imzalanan anlaşmaya uygun olarak, İngiliz ordusunun, 1944 yılı sonunda Yunanistan’da etkin olmaya başlayan ELAS “Ulusal Kurtuluş Ordusu” örgütünün direnişçi komünistlerini katletmesine izin verdi.

İtalya’da, İtalyan Komünist Partisi yöneticisi Togliatti, 1944 yılının nisan ayında, faşist rejim sırasında saygınlığını yitiren bir kralın koruması altında, İngiliz-Amerikan işbirliğiyle, ülkenin güneyinde kurulan hükümete, 1922 yılında Mussolini’nin iktidara gelmesine katkıda bulunan Mareşal Badoglio’nun hükümetine katılmayı kabul etti. Togliatti daha sonra, kuzeyde Alman ordusuna karşı savaşan partizanların silahlarını teslim etmelerini de sağladı.

Yalta Konferansı

1945 yılının şubat ayında, Yalta Konferansı başladığında, Alman ordusunun gerileyişi, Avrupa’da çok yakın bir gelecekte savaşın biteceğinin görülmesini sağlıyordu. Ancak, Uzakdoğu’da durum aynı değildi. ABD burada, sadece kendi güçlerine dayanarak, Japon emperyalizmiyle çatışıyordu. Askeri güç ilişkisi Avrupa’da bile, Batılılardan yana değildi. Batılıların orduları, Rhin’in batısında bloke olup dururken, Kızıl Ordu, Ardennes’deki Alman karşı saldırısından sonra, Doğu Avrupa’da büyük adımlarla ilerliyor ve Berlin’den yaklaşık yüz kilometre uzaklıkta bulunuyordu.

Böylece emperyalist ülkeler için, SSCB ile Almanya üzerine ortak bir durum belirlemesi yapmak acilleşmişti.

Tartışmalar, işgal edilecek bölgelerin sınırlarının çizilmesi ve istenilecek tazminatın miktarı olmak üzere iki noktada yoğunlaştı.

Üç ülkenin yöneticileri, Roosevelt, Churchill ve Stalin, Nazi rejiminin tam teslimi, Almanya’nın tümüyle silahsızlandırılması ve ülkenin üç bölgeye bölünmesi aracılığıyla, Almanya’nın yeniden rakip bir ekonomik güce dönüşmesinin ve savaşın sonunda iktidarını direk olarak uygulamasının engellenmesi gerektiği konusunda daha önceden hemfikirlerdi.

Buna göre İngiltere, Ruhr sanayi bölgesi dahil olmak üzere, ülkenin kuzey batısının, ABD güney batının ve SSCB ise ülkenin doğusunun kendilerine verilmesini bekliyorlardı. Yalta’da Fransa’nın da bu parçalanmaya davet edilmesi uygun görüldü. Stalin’e atfedilen parça, Batı bölgelerinden alındı. Başkent Berlin, 4 bölgeye bölündü. Almanya’dan istenilen tazminat miktarına gelince, «gelecekteki tartışmaların temeli» olarak, yarısı SSCB’ye verilmek üzere 20 milyar dolar belirlendi. Ayrıca makinelere el koyma, üretimin üzerinden pay alma ve Alman el emeğinin istihdamı gibi yollarla, aynî, yani para ile değil, mal ile ödeme konusunda da anlaşıldı.

En çok tartışma yaratan konu, Polonya sınırı oldu. 1939’da imzalanan Almanya-SSCB anlaşmasının ardından, SSCB’nin yuttuğu toprakları ona bırakan doğu sınırı tartışmasız kabul edildi. Ancak batı sınırı daha fazla sorun yaratıyordu.

Herkes bu sınırın Oder-Neisse nehrini izlemesi konusunda hemfikirdi, ancak Polonya’da iki Neisse bulunuyordu. Stalin, Batılı ülkelerle kendi ülkesi arasında tampon vazifesi görebilmesi için yeterince büyük bir Polonya devleti istiyordu. Bu nedenle de Batı Neisse’i sınır olarak kabul ediyordu. Churchill ve Roosevelt ise Doğu Neisse’i yeğliyorlardı. Daha sonra gelişmeler Stalin’in önerisini dayatsa da, Yalta’da bu konuda herhangi bir uzlaşma sağlanamadı.

Stalin ayrıca, Polonya’nın Sovyet yanlısı hükümetine, Londra’da sürgünde bulunan hükümet üyelerinin katılmalarını da kabul ederek, emperyalist yöneticilere karşı yeni bir iyi niyet gösterisinde bulundu.

Yalta’da karar verilen sınır değişikliği, milyonlarca insanı, nesiller boyunca yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda bıraktı. Özellikle de Almanlar, daha sonra Doğu Almanya’ya dönüşecek olan topraklar dışında, Sovyetlerin işgal ettiği bütün alanlardan kovuldular. Kitlelerin göçü 1945–1946 kış ayları boyunca çok dramatik koşullarda gerçekleşti. Ancak Churchill için bu “en tatminkâr çözümdü”. Utanmadan, “iki ay önce, Alman halkı için neden Batı Prusya’da ya da diğer bölgelerde yer olmayacağını göremiyordum. Bütün Avrupa’yı batırdıkları bu korkunç savaş boyunca 6 veya 7 milyon Alman öldü” demişti.

Uzakdoğu’daki savaşla ilgili olarak, Stalin, Rusya’nın 1905 yılında yapılan Rus-Japon savaşında kaybedilen toprakları geri alması sözüne karşılık Almanya’nın yenilgisini izleyen 3 ay içinde Japonya’ya savaş ilan etme yükümlülüğünü üstlendi... Daha sonra Hiroşima ve Nagazaki’nin atom bombasıyla yerle bir edilmesinden sonra sözünü yerine getirdi.

Ayrıca «demokrasi» ve özgürlüğünü kazanan ülkelerde «özgür seçimlerle ve halkın iradesinin ifadesi olan hükümetlerle olanaklı olur olmaz» yeniden inşasının gerektiği çokça konu edildi. Ancak bu «olanaklı olma» üzerine hiçbir ayrıntılı bilgi verilmedi.

Yalta konferansı, İkinci Dünya Savaşı’nı kazanan üç ülkenin temsilcilerinin kendi aralarında yürüttükleri tartışmaların sadece bir aşamasından başka bir şey değildi. Ancak bu konferans, emperyalist ülkelerle Stalinist SSCB arasında, bütün devrimleri engelleme ve var olan düzeni dünya çapında koruma görevlerinin paylaşılmasının resmileştirilmesiydi. LO (12.02.2010)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2010  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 142 - 2 Nisan 2010  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?