Sinif Mucadelesi

Kürtler emperyalist politika ve önderlerinin kurbanı

Perşembe 10 Eylül 2009

Türk rejiminde ordu, polis ve devlet aygıtı, aşırı sağ tarafından kangrenleştirildi. Rejimin sertleşmesi, Kürt bölgelerinde zorunlu olarak Kürt karşıtı bir karakter kazandı. Ayrıca Türkiye, Batılı güçlerin Sovyetler Birliği’ne karşı uyguladıkları stratejinin temel bir parçasıydı. Türkiye çok değerli bir müttefik olduğu için, Kürtlerden kaynaklanan ve Ankara generallerine problem yaratacak herhangi bir soruna ABD’nin destek vermesi söz konusu olamazdı. Böylece generaller, keyiflerinin istedikleri gibi hareket edebildi.

1980’li yıllarda Kürt gençliğinin büyük bir bölümü, şiddete şiddet ile cevap verme yolunu seçip, rejimin şiddetine karşı silahlı mücadeleyi tek çıkar yol olarak gördüyse, buna şaşırmamak gerekir. Bu hareketlerin en önemlisi olan PKK (Kürdistan İşçi Partisi), 1984 yılında gerilla mücadelesini başlattı.
Öcalan, PKK’nın temellerini 1974 yılında, öğrenciliğinde, küçük gençlik ve öğrenci grupları oluşturarak, kendini Marksist olarak sunan radikal milliyetçi bir program yayarak attı.

Bununla birlikte, grubun faaliyetlerinin büyük bir bölümü hızla, rakiplerini ya da hareketi terk edenler, düşünceleri liderin politikası ile uyuşmayan militanları saf dışı bırakmaya dönüştü. Öcalan hızla, muhaliflerini, aynı zamanda diğer Kürt politik partilerinin militanlarını el çabukluğuyla tasfiye etme ve ortadan kaldırarak, Türkiye Kürdistan’ına yerleşmek ve buradaki tek parti olmak istiyordu.

1980 askeri darbesinin biraz öncesinde, destek gördüğü, Suriye’ye kaçtı. PKK komandoları polise ve orduya saldırıyor, fakat aynı zamanda işbirlikçilikle suçladıkları köylere karşı da cezalandırma operasyonları düzenliyorlardı.

PKK’nın ve Öcalan’nın hesabı açıktı: Kürtlerle Türkler arasında bir uçurum yaratmak, Kürtleri, taraflarını seçmeye ve PKK’yı desteklemeye zorunlu kılacak bir durum yaratmak.

Bu açıdan Türk devleti ve ordusunun tepkileri, kendilerine gerçekten de hatırı sayılır derecede hizmet etti. Bu tepki, bir terör politikasından ibaretti ve büyük bir oranda köylerin cezalandırma amacıyla boşaltılması, tanınmış kişi veya militanların katledilmesi için "ölüm komandoları" örgütlenmesi ve halkın sürgün edilmesi biçiminde yürütülüyordu.
Yavaş yavaş gerçek bir savaşın dişli çarkları Türkiye Kürdistan’ına yerleştirildi. Askeri varlık, "PKK’nın kökünü kazımak" için durmaksızın arttı. Ordu, Kürt özerklik talebine karşı en ufak bir ödünden söz edilmesini duymak bile istemiyordu. Fakat kendi öz eylemleriyle Kürt halkının, özellikle Kürt gençliğinin bir bölümünü PKK tarafına itti, böylece de onun savaşçılarını kendisi üretti.

PKK ve Öcalan, ne öneriyordu? İsminin de belirttiği gibi, "Kürdistan İşçi Partisi", kendisini işçilerin ve sosyalizmin yanında sundu. Çünkü başvurduğu halk kitlesi, Kürdistan’ın ileri gelenleri, yani Kürt burjuvaları ile eşraf takımından değil, çoğunlukla emekçilerden ve dar gelirlilerden oluşuyordu.

Fakat Üçüncü Dünya ülkelerindeki milliyetçi kurtuluş cephelerinin deneylerinden ve bu ülke liderlerinin, kendilerini halklarının başına tek ve vazgeçilmez temsilci olarak kabul ettirmek için uyguladıkları taktiklerden esinlendi. Adına mücadele ettiğini iddia ettiği öz halkına karşı en ufak bir demokratik kaygısı bile yok, demokratik çıkarları için kafa yormuyor. Kullandığı yöntemler, eğer başarılı olup da iktidara gelirse, bu iktidarın ne tipte olacağının belirtilerini sunuyordu: Açıkça, hiçbir zaman "Kürdistan Emekçileri"nin değil ama Kürt burjuvalarının ve toprak sahiplerinin bir diktatörlüğü olacaktır.

Çünkü gerçekte, bu sınıflar için çarpışıyor ve bu sınıflardan destek arıyor. Köylülerin toprak işgallerine başladığı Botan bölgesinde PKK, kendisine para veren büyük Kürt toprak sahiplerinin desteğini yitirmemek için buna karşı çıkmıştı.

Öcalan arada bir Türk yöneticilerine anlaşma çağrısı da yapıyor. Artık partisinin Marksist bir parti olmadığını belirtmiştir. Yakın bir geçmişte Türkiye’nin başına, başbakan olarak dinci Refah Partisinin yöneticisi geçtiğinde, PKK liderinden kutlama mektubu bile aldı.

Eğer bu koşullarda PKK Türkiye’deki Kürt halkı içinde geniş oranda destek bulduysa, bu iki kötü arasında seçim yapmaya zorlanmasından, yani bir tarafta Türk Devleti, onun ordusu ve polisi ile diğer tarafta Öcalan ve eğer ileride başarırsa hiç de iyi olmayacağı belli olan rejimi arasında kalmasındandır.

Türkiye’de Kürtçe konuşma yasağı ancak 1991’de kaldırıldı. Kürtlerin yaşadığı bölgeler, ülkenin en yoksul bölgeleri. Ek olarak, ordunun, PKK’nın gerilla hareketini ezmek için sürdürdüğü savaşın baskısını yaşıyorlar.

İran’daki Kürtler, İslâm Cumhuriyeti rejiminin terörünü yaşıyor. Suriye’de ise, tüm diğer Suriye halkı gibi, bir polis rejimini yaşıyorlar ve diğer komşu ülkelerden çok az farkı olan bir yoksulluk içerisindeler.
Farklı milliyetçi Kürt akımları ve yöneticilerinin siyasi bilançoları ise çok kötü. İzledikleri siyasetle hem bölgedeki rejimlerin hem de emperyalizmin maşası oluyorlar. Çünkü mevcut sınırları çizen emperyalizmdir.
Bugün Kürt halkının çoğunluğu şehirlerde yaşıyor ve artık belirleyici olan işçi tabakalarıdır. Kırlardan şehirlere doğal göçe ek olarak, farklı devletler, kırlarda yaşayan Kürt kitlelerini göçe zorladıkları için, köylü kitleleri, büyük şehirlerin taşralarını doldurdu. Örneğin Irak Kürdistan’ında aynı zamanda da Türkiye Kürdistan’ında da büyük şehirler oluştu. En kalabalık Kürt nüfusuna sahip Türkiye’de, göç nedeniyle Kürt kitlelerin önemli bir kısmı işçi şehirlerine yerleşti.

Türkiye’nin Kürt kitleleri, işçi sınıfının önemli bir bölümünü oluşturuyor. Çoğu zaman, en bilinçli ve siyasi unsurlar arasında yer alıyorlar. Kürt işçileri, bölgede en kalabalık, en merkezi ve en mücadeleci olan Türkiye işçi sınıfının merkezinde yer alıyor. Türk devletinin ve milliyetçi örgütlerin uyguladıkları siyasetlere rağmen, Kürt ve Türk işçileri arasında siyasi bir kopukluk oluşmadı.

Kürt halkı, uzun bir süreden beri, kendisine karşı yapılan baskılara, yöneticilerin döneklik ve ihanetlerine rağmen, mücadeleci konumunu devam ettiriyor. Kürt kitleleri, çok zor şartlarda bile, bağrından, silaha sarılma cesareti gösteren, yeni kadın ve erkek kuşaklar yarattı.
Kürtlerin Ortadoğu’da farklı uçlara dağıtılmış olmaları, Kürt işçi sınıfı içerisinde devrimci bir siyaset izlemek isteyenler için büyük bir olanağa dönüşebilir. Çünkü Kürt işçi sınıfı, Türk, Arap, Irak ve hatta İran işçi sınıfı karşısında, belirleyici bir rol üstlenebilir. Kürt işçi sınıfı, şimdiki yöneticileri gibi kendini ve siyasetini, emperyalizmin uyguladığı bölünme ve sınırlara hapsetmesi için bir neden yoktur.

Bölgedeki tüm halkların ortak bir özelliği var: Hepsi diktatörlük rejimleri altında eziliyorlar ve emperyalizm tarafından talan ediliyorlar. Kürt işçi sınıfı, bu bölgedeki tüm ülkelerin işçi sınıflarıyla doğrudan ilişkili olduğu için, tüm işçi sınıfı ve ezilen kitlelerin çıkarına bir siyaset izleme olanağına sahip.

Çünkü işçi sınıfının etrafında tarıma kapitalizmin girmesi nedeniyle veya ordunun göçe zorlaması nedeniyle, kökleri sökülen köylü kitleleri, büyük şehirlerin gecekondu veya yoksul semtlerinde bir araya gelmiştir. İşte işçi sınıfı, hem kendisi için hem de tüm bu kitleler için, toplumsal dönüşüm taleplerini içeren bir program oluşturmalı ve kendini burjuva özel mülkiyeti veya büyük toprak sahiplerinin özel mülkiyetiyle sınırlamadan, sınıf mücadelesini sonuna kadar götürmeye kararlı olmalı.

Kürt, Türk, Arap ve İran işçi sınıfı, tüm baskı yöntemlerine karşı mücadeleye paralel olarak programına, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını koymalı ve en başta Kürtlerin ulusal devletlerini oluşturma, dillerini kullanma, yazma ve öğrenme haklarını kabul etmeli. Fakat devrimci bir işçi hareketi her şeyden önce, işçi kitlelerin Türkiye, Irak, İran, Suriye ve tabii ki Kürdistan’da, kendi öz iktidarlarını oluşturabilmesi için mevcut baskı rejimlerini yıkmalı.

Emperyalizmin denetimi altındaki tüm Ortadoğu rejimleri yerine, bölgedeki halkların sosyalist federasyonunu oluşturmalı.
Her ne kadar, bölgedeki dört devlet, kendi aralarında birbirlerine rakip olsalar da, emperyalist düzeni savunuyorlar. Bu devletlerin baskıcı sistemine karşı, işçi sınıfının devrimci mücadelesinden başka hiçbir yol yok. Kürt halkının, baskı rejimlerine en çok hedef olduğu için, bu hâkimiyet sistemini parçalamaktan başka bir çıkış yolu yok. Kürt halkının tek seçeneği, yaşadığı devletler içindeki işçi sınıfıyla birlikte, yerel burjuva ve emperyalist hâkimiyete karşı ve hatta şu anda kendilerini Kürtlerin yöneticileri olarak ileri süren, burjuva ve feodal önderliklere karşı da mücadele etmektir.

Bu yol, ancak ve ancak işçi hareketi temelleri üzerinde mücadele eden, devrimci bir işçi örgütlerinin inşa edilmesiyle olabilir. Kürt halkının ezilmesine neden olan bölünmüşlüğe son verecek tek yol, işçi sınıfının devrimci yoludur.

Gerek Kürtler, gerek İranlılar, Iraklılar ve Türkler için esas sorun şudur: Hem proleter hem toplumsal bir devrimi savunacak, hem kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak olan krizlerde, kitlelere çıkış yolu çizecek, hem de bu kriz ortamlarını kendi çıkarları için kullanabilecek milliyetçi önderlikler karşısında durabilecek, gerçek işçi militanların ve partilerin ortaya çıkıp çıkmayacağı.

Böyle bir siyaset, yani devrimci işçi siyaseti, hem mümkün hem de mutlaka gerekli. Eğer böyle bir siyaset oluşturulamazsa, eski facialar, yeniden tekrarlanacak ve hatta daha acı tekrarlanacak. (8.11.1996)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2009  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 135 - 5 Eylül 2009  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?