Sinif Mucadelesi

Avrupa’nın birleşmesi için

Cumartesi 18 Temmuz 2009

Devrimci komünist akımın Avrupa’nın birliği konusunda, gerçek bir birlik olmayan ve tüm Avrupa’yı kucaklamaktan uzak bir birliğe ulaşmayı başaran ve kendini bu birliğin sıcak ve koyu yandaşları olarak sunanlardan çok daha eskilere dayanan geçmişleri söz konusudur.

Troçki, 1914 Ekim ayında, Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı anda, Avrupa kıtası halklarının Avrupa Birleşik Devletleri içinde birleşmelerinin gerekliliğini ileri sürdü. Troçki’nin bunu söylediği dönemde, Fransız, İngiliz, Alman burjuvaları milyonlarca emekçiyi, köylüyü, başka sosyal tabakalardan insanları öldürmek ve öldürülmek üzere cephelerde kazılan hendeklerde çürümeye gönderiyorlardı.

Troçki’nin aldığı tavır, bir komünist tarafından alınan, sadece insancıl bir tavır değildi. Barışçıl bir tavır ise hiç değildi. Bu tavır sağlam bir tarihi gelişim anlayışına dayanıyordu. Kapitalizm daha o dönemde Avrupa’nın farklı ülkeleri arasında, hatta Avrupa ötesindeki ülkeler arasında bile bir yığın bağ kurmuştu. Ekonomik gelişme daha o dönemde eski ulus devletleri çerçevesine sıkışıp kalmış bir biçimde boğuluyordu.
Troçki, vatanı ileri sürerek savaş çığırtkanlığı yapanlara karşı şöyle bir iddiada bulunuyordu: “Avrupa proletaryası için, ekonomik gelişmenin temel engelleyici unsuru olan ulusal vatanı savunmak söz konusu değildir. İlerideki aşaması Dünya Birleşik Devletleri’ne götürmesi gereken bir yol üzerinde ilk aşama olan daha geniş bir vatanı, Avrupa Birleşik Devletleri’ni, kurmak söz konusudur.”

Bu tarihten itibaren, dünyanın farklı devletleri arasındaki bağımlılık, daha da ileriye gitti. Bugün insanlığın, denizlerin atmosferin kirlenmesi ya da hatta basit olarak büyük enerji kaynaklarının akılcı bir biçimde kullanılması gibi birçok sorununun ancak dünya çapında çözümleneceği açıktır.

Ulaşım için fayton, aydınlanmak için mum kullanılan dönemlerle eşzamanlı olan ulusal sınırları korumak için tüm güçleriyle direnenler gericidir. Hatta ve özellikle de, bu sınırları emekçilerin korunması için gerekliymiş gibi sundukları zaman daha da gericidirler.

Hayır, savaşlar ve güçler dengesine dayalı olarak rasgele oluşturulan Avrupa’yı parçalayan bu sınırlar asla işçi sınıfını, halkları korumadılar. Aksine, işçi sınıfı ve diğer halk kesimleri, vatan adına, kasaba gönderilen koyunlar gibi ölüme gönderildi. Anatole France’ın çok güzel özetlediği gibi: “Vatan için ölündüğüne inanılıyordu ancak sanayiciler için ölünüyordu.”

O halde evet, Avrupa’nın birliği, bir asırdan beri bir gerekliliktir. Ancak toplumu yöneten burjuvaziler bunu başarmakta yetenekli olamadı. Avrupa halkları bu acizliğinin faturasını İkinci Dünya Savaşı ile ödediler.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, en azından Batı Avrupa’nın belli başlı emperyalist ülkelerinin pazarlarını birleştirme gerekliliği, kendisini, ulusal burjuvazilere, eğer bunu gerçekleştirmezse dünya rekabeti içinde ABD, Çin veya Japonya gibi en zengin ya da en fazla nüfusa sahip ülkeler karşısında yok olma tehlikesine maruz kalacağı tehdidiyle dayattı.

Ancak bugün, 50 yıllık bir pazarlıktan sonra oluşturulan burjuvazilerin Avrupa’sı, hepsi kendi bayrağı, marşı ve kendi ordularıyla yan yana gelmiş devletlerden oluşmuş olarak kalıyor. Özellikle de bu devletlerin her biri, kendi öz burjuvazilerinin hizmetinde bulunuyor.

Bu, burjuva politikacıları tarafından, burjuvazinin kullanımı için biçimlendirilmiş bir Avrupa Birliği’dir. Batı Avrupa emperyalist devletlerinin burjuvaları arasındaki gizli pazarlıklar, karşılıklı özveri ve uzlaşmalarla oluşturulan ve daha sonra da Doğu Avrupa ülkelerinin yutulmasıyla oluşturulan bir Avrupa Birliği söz konusudur.

Bugün «Avrupa Birliği» diye adlandırılan topluluğun ilk adı «Ortak Pazardı». Evet, bu, gerçekten de bugünkünden daha az ikiyüzlü bir adlandırmaydı.

Bu adlandırma, kapitalist ülkelerin her birini ilgilendiren konunun komşu ülkelerin pazarlarına ulaşma, gümrük sınırlarının ve vergilerin giderek ortadan kaldırılması, sermayenin bir ülkeden diğerine kolayca yer değiştirebilmesi olduğunu açığa vuruyordu. Bu uygulamaların insanların çok büyük bir serbestlik ve özgürlük içinde dolaşabilmeleri gibi, halk kitleleri için olumlu sonuçları, çok sonraları, bir çeşit alt ürün olarak ortaya çıktı.

Avrupa Birliği’nin içindeki duvarların indirilmesiyle eş zamanlı olarak, dış ülkelere karşı duvarlar daha da yükseltiliyordu. Avrupa Birliği’nin çevresi, hem maddi hem de manevi anlamda dikenli tellerle çevrilmişti.

Schengen sınırları, Avrupa’nın kendisini, tarihleri bir, aynı olan halkları birbirlerinden ayırarak ikiye bölüyor. Akdeniz’in kuzey kısmını güney kısmından ayırıyor. Cezayirli, Faslı, Afrikalı emekçiler için Fransa’ya gelmek ya da ailelerini getirmek hiçbir zaman bugünkü kadar zor olmamıştı.

Bu Avrupa bizim Avrupa’mız değil

Evet, kalelerle çevrili, şovenizmi, yabancı düşmanlığını azaltacak yerde başka çaplara aktaran işte bu Avrupa, bizim Avrupa’mız değildir.

Bu ayrıca, her Avrupa ülkesinin kendi içindeki ve bu ülkelerin birbirleri arasındaki sosyal eşitsizliklerin Avrupa’sıdır. Bu Avrupa’nın, her biri, az gelişmiş ülkeler, sömürgeler veya eski sömürgeler gibi arka bahçelere sahip olan, Batı Avrupa emperyalist devletleri çeteleri arasındaki ittifak gibi bir başlangıcı söz konusudur.

Ve eğer bugün bu Avrupa kapitalizmi zengin ve güçlüyse, bu öncelikle bu birliği oluşturan kapitalist devletlerin öncelikle kendi öz emekçilerini sömürmeleri, aynı zamanda da Afrika ve Asya ülkelerini yağmaları sayesinde gerçekleşmiştir.

17’inci ve 18’inci yüzyıllarda Avrupa’da gelişmekte olan kapitalizm, bu kıtayı, köle ticareti, kıta halkının büyük bir bölümünün Antiller’de ya da Brezilya’daki şeker kamışı üretim alanlarına, daha sonra da ABD’deki pamuk tarlalarına taşınmasıyla tarihe kaydetti.

Kanama o zamandan beri durmadı. Sadece, açık sömürgeci yağmacılıktan, daha ince ve kurnazca yapılan ama eski açık sömürgecilik dönemindeki kadar yakıp yıkıcı, harap edici olan mali yağmalamaya geçilerek biçim değişti.

Avrupa ve Afrika özellikle de Fransa ve onun Afrika sömürge imparatorluğu uzun bir ortak tarihe sahiptir. Ancak Afrika için bu tarih kan, dram ve yağmalamayla yapılmıştır.

O halde bugün, Sarkozy, Hortefeux ve Besson gibi diğerlerinin, Fransız burjuvazisinin zenginleşmesinin, servetinin bir kısmını borçlu olduğu kişilerin soyundan gelenlere kapılarını kapatmaktan gururla söz etmeleri, mide bulandırıcı iğrenç, aşağılık, alçakça bir davranıştır.

Lutte Ouvrière’in Avrupa Parlementosu seçim kampanyası

Seçimler gelip gidecek. Bu ülkede birbirini izleyen seçimlerin hiçbirinin kendi içinde bir önemi bulunmuyor. Önemli olan, bu seçimlerden her birinde işçi sınıfı içinde yer alan radikal ve komünist bir akımın kendini gösterip, kendini ifade etmesidir.

Çünkü günlük militan etkinliklerimizin ötesinde temel amacımız, işçi sınıfının, kapitalist sınıfların ekonomik ve politik iktidara karşı çıkarak, iktidarı kendisinin ele alması ve onun aracılığıyla, büyük burjuvaziyi mülksüzleştirerek, toplumu radikal bir biçimde değiştirip dönüştürmesi gerektiğinin bilincine varmasıdır.

Bu, toplumun, onu harabeye çeviren sömürücü sınıflardan kurtulması ve ekonominin sömürü, üretim araçlarının özel mülkiyeti, rekabet ve sürekli kâr edinme peşinde koşmaksızın yeniden örgütlenmesi için tek yoldur.

Ve bu değişim ve dönüşüm tek bir ülke çapında değil, yalnızca tüm dünya çapında gerçekleşebilir.

İşte komünist enternasyonalizmin temeli budur. Hatta sosyal hareketlerin, devrimci mücadelelerin yani bu sosyal dönüşümü amaçlayan mücadelelerin tek bir ülkede gelişmesi şaşılacak bir şeydir. En azından bir buçuk asırdan beri, büyük devrimci sarsıntılar, alt üst oluşlar Avrupa çapında oluştu. Gelecekteki sosyal devrim de Avrupa çapında ve Avrupalı olacaktır.

O halde, “Emekçiler Avrupa”sı, çağımızın gerekliliği olan bu iki hedefi aynı hareket içinde gerçekleştirecek olan bir hareket sonunda oluşacaktır: Kapitalist burjuvaziyi mülksüzleştirmek, bütün üretim olanaklarını, bütün zenginlikleri ortak kullanıma sunmak ve aynı zamanda da Avrupa’daki ulusal sınırları tamamen ortadan kaldırmadan önce sadece idari sınırlara dönüştürmek.

Troçki’nin «Avrupa yurdu» deyimini yeniden ele alırsak, bu yurt, insanları birbirinden ayıran ve birbirine karşı kılan sınırların, dünya çapında, insanın insan tarafından sömürüsü ve bunun için gerçekleştirilen baskı ve şiddetin her türlüsünün bulunduğu barbar bir geçmişin anıları olarak kalacağı bir toplumun ortaya çıkmasından önceki geçiş aşaması olacaktır.

Kapitalizm yerini yeni bir sosyal örgütlenmeye, komünizme bırakacaktır.

Yaşasın komünizm.

LO (01.06.09)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2009  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 133 - 3 Temmuz 2009  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?