Sinif Mucadelesi

Lozan’a giden yolda Adülhamit var!

Cuma 7 Ekim 2016

Osmanlı’nın 34’üncü padişahı olan II. Abdülhamit (1842-1918), amcası Abdülaziz’in 1876’da tahttan indirilmesi ve şüpheli ölümü, ağabeyi V.Murat’ın tahta geçirildikten üç ay sonra deli olduğu iddiasıyla tahttan indirilmesinden sonra Ağustos 1876’da padişah ilan edildi. Tüm bu değişimleri yapıp kendisini tahta getiren Mithat Paşa’yı sadrazam (bugünkü karşılığı başbakan) yaptı.

Tahta geçmeden Mithat Paşa’ya verdiği söz üzerine Aralık 1876’da, ilk Osmanlı anayasası Kanun-ı Esasî’yi ilan etti. Meclis-i Mebusan ve Ayan Meclisi üyelerinden oluşan ilk meclis Mart 1877’de açıldı. Böylece başlayan I. Meşrutiyet dönemi çok kısa sürdü. Milleti “cahil olduğu için henüz parlamentoya hazır görmeyen” Abdülhamid, kendisine tanınan yetkiyi kullanarak, daha meclis toplanmadan Mithat Paşa’yı sürgüne yollayıp ardından 33 yıl süren baskı dönemini başlattı.

Abdülhamit, 1909’da İttihatçılar tarafından tahttan indirildi, Edirne’ye sürüldü, Edirne’nin işgali üzerine İstanbul’a getirildi ve gözetim altında öldü.

Saraya kapandı, İstanbul dışına hiç çıkmadı, halkın, ülkenin ne durumda olduğunu görmeden sefa içinde yaşadı; çocuklarına yurt dışında piyanolar aldı, Yıldız sarayındaki özel tiyatrosuna İtalya’dan oyuncular getirtti.

Ancak döneminde Osmanlı tam bir bunalım içindeydi. 1875’te devlet, borçlarını ödeyemez hale düşerek moratoryum ilan etmiş, sefahat içindeki saray çevresi ile aylıklarını alamayan memurlardan oluşan hükümet çevresi arasında, ekonomik kriz nedeniyle müthiş çekişme vardı. Balkanlarda ulusal ayaklanmalar, ülke içinde meşrutiyet hatta cumhuriyet tartışmaları vardı.

Abdülhamit dönemi, Duyun-u Umumiye’nin kurulduğu, 31 Mart gerici ayaklanmasının yaşandığı, Kıbrıs, Tunus, Mısır, Girit, Sırbistan, Karadağ ve Romanya ile birlikte bugünkü Türkiye’nin iki katı kadar devletin küçüldüğü, 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşı dahil, yapılan tüm savaşların kaybedildiği dönemdir.

Erdoğan’ın “bizi kandırdılar” dediği Lozan Anlaşmasının en önemli tartışma konusu, onun bahsettiği adalar veya sınırlar değil, dış borçlardı. Özellikle Fransa, borçların Osmanlı altını veya Fransız altınıyla değil, İngiliz altınıyla ödenmesinde diretti. Çünkü Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı’nın değeri neredeyse sıfıra yaklaşmıştı.

Erdoğan, Lozan’dan çok daha önce 1912’de İtalya’ya verilen adaları gündeme getirirken, 1854’te başlayan borçlanmanın, Osmanlı halkını yoksulluğa, kargaşaya, savaşlara sürüklemesini ve bunda en fazla katkısı olan Abdülhamit’in çürümüş siyasetlerinden söz etmiyor. Duyun-u Umumiye (genel borçlar demek) onun döneminde 1881 yılında kuruldu, 1939 yılında kapandı. Lozan’da, Abdülhamit’in borçlularına devrettiği, vergi toplama, kanun çıkarma yetkisi yeniden Türkiye devletine iade edildi. Son Osmanlı borcu, ilk borçtan yüz yıl sonra 1954’te son kuruşuna kadar ödenecekti.

Oysa aynı yıllarda yaşanan Ekim devriminde, Bolşevik hükümet, çarlık borçlarını tanımadı ve tek kuruş dış borç ödenmedi.

Türkiye’de yoksul köylüler, işçiler, emperyalistlerin ceplerine çok büyük zorluklarla milyonlar akıttı; önce padişahların, paşaların sefahatları için sonra da yine emperyalist tarafından kabul görmek için çırpınan yeni siyasetçiler ve yeni patronlar için.


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2016  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 220 - 7 Ekim 2016  Site yaşamını izle Tarihten... Tarihten... Tarihten...   ?