Sinif Mucadelesi

Nurjuvazi ve siyaset

Cuma 2 Eylül 2016

Anayasasında 80 yıldan fazladır “laik” olduğu yazan, tarikatların yasak olduğu Türkiye’de, bir tarikat etrafında örgütlenen generallerin, bürokratlarla birlikte askeri darbe yapmaya çalışması, çelişkili görünebilir. Ancak Türkiye’nin “laikliğine” ve sözde tarikat “yasağına” yakından bakarsak şaşırtıcı olmadığı görülür.

Tarikatlar devlet denetiminde

Osmanlı’da, devletin sosyal kurumları, sosyal hizmetleri yoktu. Sadece büyük şehirlerdeki camilerin etrafında, yardım yapılırdı. Anadolu’da bu işi tarikatlar görüyordu.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra M. Kemal, kendisi hakkında ölüm fermanı çıkaran, “hilafet” bahanesiyle padişahı yani eski düzeni savunan tarikatları yasaklattı. Kısa bir süre sonra da, hükümete bağlı bir kurum olarak dini, devlet adına denetim altında tutan “Diyaneti” kurdurdu.

Buna zorunluydu çünkü cumhuriyet, savaşlardan, yoksulluktan mahvolmuş Anadolu köylüsüne hiçbir sosyal yardım, ekonomik refah ve bilimsel bakış götüremedi. Tarikatların kapatılmasının neden olduğu boşluk, cumhuriyetin modern kurumları; eğitim, hukuk, siyasi parti, sendika, dernek gibi örgüt ve kurumlar tarafından doldurulamayınca, tarikatlar kaldığı yerden sürdü. Ancak bu kez gizli çalışmayı ve örgütlenmeyi öğrendiler, bir de Kemalist devleti, CHP ve kendilerini cezalandıran orduyu, düşman bildiler.

Bugün Diyanet, birçok tarikatı kabul ediyor, okullarda ders kitaplarında öğretiliyor. En yaygın mezhep olan Sünniliğe bağlı; Nurcular, Nakşibendiler, Kadiriler, Süleymancılar ve diğer tarikatlar var.

Gülen’in içinden glediği Nurculuk tarikatının lideri Bitlisli bir Kürt olan Said’tir. Edirne müftülüğü de yapan, sonradan dinsizliği seçen ve İslam açısından yazılarını inceleyen Turan Dursun, İslam karşıtı, çelişkili olduğu gösterir ve onun için “cahil bir adam” der.

İsmini, 1873 yılında doğduğu Bitlis’in Nurs köyünden alan Said, kısa bir süre bir molladan eğitim alır. “Zehra” isminde bir medrese kurma amacıyla para toplamak için İstanbul’a gider. Padişahın denetimindeki gerici ayaklanma olan 31 Marta katılır. Yakalanır ve yargılanır, hapsedilir. Hilafeti savunun “İttihad-ı Muhammed-î” kuruluşunda yer alan Nursi, fikirlerinin saçmalığından olacak, bir ara akıl hastanesine yatırılır.

Kurtuluş Savaşı’nın amacının Halifeliği yaşatmak olduğunu sanar ancak M. Kemal’le görüşünce, karşı çıkar. Van’a gider ve orada Risale-i Nur adı altında makaleler yazar. 1930’larda Kürt isyanı sırasında sürgün edilen Said, birbirinin tekrarı olan 130 parça makale yazdığı Urfa’da, 1960’ta öldü.

Mirasyedi öğrenciler

Nurcular, Said-i Nursi’nin ölümünden hemen sonra, 1960’larda “yazıcılar” ve “okuyucular” diye ikiye bölündü. Gülen, iki akımın dışındadır. Yazıcılar, Said’in yazılarının anlaşılır şekilde Türkçe basımına karşı çıkıp kimsenin anlamadığı Osmanlıca çoğaltanlar; Okuyucular ise Türkçe basımını yapıp okuyan herkesin anlamasını sağladıkları için bu ismi aldı. Gülen ise Said’in metinlerini kendisi yorumlar ve ses ve görüntü kasetleriyle aktardığı için “hitabet” yolunu kullanır. İşte temel ayrılık budur!

Ayrıca siyasi, ekonomik, kişisel nedenlerle onlarca bölünme ve tarikat var. Tarikat yönetici ve üyeleri, dini inzivaya çekilmiş kişiler değil, her zaman ekonomik faaliyet içinde olduklarından siyasetin de içinde oldular.

Önemli bir kısmı yerel eşraf olan tarikatçılar, büyümelerine bağlı olarak, Türk burjuvazisinin farklı kesimlerini oluşturdular. Aynı zamanda siyasi partilerin de.

Anadolu sermayesi ve siyaset

AKP’nin kurucu kadrolarının ve Erdoğan’ın içinden geldiği Türk-İslam karışımı “Mili Görüş”, tarikatlarla iç içe birçok siyasi parti ile var oldu. Milli Görüş’ün sözcüsü, Nakşibendi Erbakan, 1969 seçimlerinde, bağımsız aday oldu. Erbakan “Anadolu sermayesini” temsil ettiğini söylüyordu: “Ekonomi, büyük şehirlerdeki tüccarların lehine işliyor ve Anadolu tüccarı öksüz... İhracatın aslan payı komprador burjuvazinin ve mason azınlığın hizmetindeki üç-dört büyük şehre gidiyor.” Erbakan, kitlelerin oyunu kazanmak içinse “ağır sanayi” kurulmasına ve ekonomik bağımsızlığa vurgu yapıyordu.

Bu laflarına rağmen kendisi, hem partisinin hem de Bosna’ya yardım amacıyla toplanan paralarla külçe altın alıyordu!

Büyümek isteyen “Anadolu sermayesinin” bir ayağı, azgın sömürü ile kâr getiren işyerinde diğer ayağı tarikatın içindeydi. Kendini büyük burjuvaziden, Anadolulu olarak ayırsa da aslında sadece küçük olmasıyla ayırıyordu.

1970’te, Adalet Partisi’nden gelen milletvekilleriyle Nurcular, Nakşibendiler ve Kadiriler birlikte Milli Nizam Partisi’ni kurdu. Nurcular, dördüncü evliliğini 20 yaşındaki öğrencisiyle yapan birini partinin başına getirmek istiyordu ama Erbakan geldi.

Bazı Nurcular, yeni bir partinin kurulmasına karşı çıktı çünkü sağcı Demirel (Adalet Partisi), Said-i Nursi’nin küçükken başını okşayıp “ileride büyük adam olacak” dediği seçilmiş politikacı ve Said-i Nursi’nin oy verdiği Menderes’in devamıydı.

Menderes, 1960 askeri darbesiyle iktidardan düşürüldü ve iki bakanıyla asıldı. ABD’nin Marshall yardımıyla aldığı parayı, bir yandan köy ağalarına ve kasaba eşrafına dağıtarak “Türkiye’yi küçük Amerika yapacağız” diyor, diğer yandan Kemalizm’in laiklik adına yaptıklarının tümünü tersine çevirerek gericiliği körükleyerek iktidarını sürdürüyordu. Gerçekten de burjuvazi için “büyük adam” oldu, yapacakları bitip ABD’nin desteği kesilince, kenara çekilmeyi bilemeyip SSCB’ye yanaşmaya çalıştığında darağacına gönderildi.

Tarikatlar bu dönemde, epeyi palazlandı, destek, itibar gördüğü ve yasaklardan fazla etkilenmediği için önce Menderes’i, sonra devamcısı olduğunu söyleyen aynı sağ siyaseti savunan Demirel’i destekledi.

12 Mart 1971 askeri darbesi sonrası, Milli Nizam Partisi kapatıldı. Fakat generaller, Erbakan’ı kaçtığı İsviçre’den geri çağırıp aynı üç tarikatın ittifakıyla 1972’de Milli Selamet Partisi’ni kurmasına olanak verdiler.

Kısa sürede, tarikatlar partide iktidar kavgasına tutuştu. Erbakan, seçim kongresinin açılışında, 14.00’ten 23.00’e kadar, sekiz saat konuştu! Çünkü yönetim değişikliğine karşıydı. Partide her çekişmede, aynı tavır aldı.

Partideki tarikat tartışması, tüm siyesi sistemi etkileyecek düzeye yükseldi; çalışma bakanı, meclis yöneticilerinin istifasına kadar uzadı. Sonunda 16 Nurcu ve Kadiri milletvekili, bir bildiri açıklayarak, partiden ayrıldı: “MSP idarecilerinin çok güzel sözler söyleyerek vaatlerine rağmen, icraatta unutulur görünmüş hatta bazen aksine hareket edilmiştir... Faize karşı çıkılmış, yüksek kademede birçok MSP’liye faizle kredi temin edilmiş, israftan bahsedilmiş; devletten bedava para alma, devlet kesesinden ziyafet, gösterişli tören ve araba saltanatı MSP’nin hiç burkulmadan yaptığı hususlar olmuştur.”

Partinin durumunu da çok güzel anlattılar: “Allah rızası için partiye giren veya taraftar olanlar, baştakilerin müsamahası ve hatta teşviki ile otomobil, kamyon, traktör sahibi olmak; kredi almak; hatta çalışmadan para kazanmak için idare meclisi azalıkları, murakıplık, müşavirlik ve torba kadrolardan memur olmak hevesine düşürüldü. Partiye gelir temini diye teşkilat mensuplarının, işadamlarının önlerine düşerek iş götürmek için kılavuzluk etmesi ve bu hareketlerin baştakilerce benimsenmesi, rüşvet dedikodularına vesile olmuştur... İthal edilecek mallar için tahsis belgelerinden cami yardımına kadar MSP’li olmak veya MSP’lilerin önüne düşerek getirdiği adam olma vasfı aranmıştır.”

Söylenenlerin tamamı bugün AKP için geçerli; sadece yeni iş ve çıkarlar için yeni kelimeler var.

Tarikatların siyasete ilgisi ekonomik çıkarlar içindi! Erbakan, işte bu çıkar ilişkileri nedeniyle o dönemin parçalanmış siyasi ortamında hem sağın Adalet Partisi ile hem de tarikatların sözde düşman ilan ettikleri Kemalist CHP ile koalisyon hükümetleri kurdu. Ekonomik rantın, siyasiler aracılığıyla paylaştırıldığı, devlet eliyle burjuvazi yaratıldığından, iktidardan bir iki koltuk için din, iman, fazla bir şey ifade etmedi.

Bu süreci bitiren, 1970’lerin sonlarına doğru başlayan ekonomik kriz ve bir hamlede devleti, burjuvazinin yeni ihtiyaçlarına göre biçimlendirmek üzere hazırlanıp uygulanan 1980 askeri darbesi oldu.

12 Eylül 1980 askeri darbesi

1980 darbesindenden sonra tarikat yöneticileri, doğrudan ticareti bırakıp, yazar çizer tayfası oldu, üyeler de patron.

Sola karşı “tekbir” diye bağıranlar, artık “tekbir giyim” sahibiydi. Ve kâr işlerine bakarken, ne tarikatın ne de İslam’ın kısıtlamalarını dikkate aldı.

Darbede generaller iki yıl iktidarda kaldı ancak ekonominin ipleri, büyük sermayenin en önemli adamı, kendisi de orta boy bir patron olan, metal işkolundaki patron sendikası yöneticiliğinden, devlet yöneticiliğine getirilen Turgut Özal’ın elindeydi. Bu arada kendilerine laik, Kemalist diyen generaller, okullarda din derslerini zorunlu kıldılar ve okuldan çok cami inşa edilmesini ihmal etmediler.

Darbe öncesinde bizzat başbakan Demirel tarafından, o dönem önemli bir kurum olan DTP’nin başına getirilen (Devlet Planlama Teşkilatı) Özal, ekonomik krizdeki burjuvaziye ve hükümete çıkış planı hazırladı.

“24 Ocak Kararları” adıyla bilinen bu reçete, Türk burjuvazisinin dışa açılmasını, Türkiye pazarının uluslar arası pazara eklenmesini ve bunun için de işçi sınıfının ezilmesini içeriyordu. 24 Ocak Kararlarının ilk adımı, fabrikalarda sözleşme zamlarının dondurulması, paranın değerinin düşürülmesi (devalüasyon) ve kamu ürünlerine yüksek zamdı. İşçi sınıfının müthiş tepkisiyle karşılaştı.

İşte o zaman burjuvazi, normal siyasi sisteme bu kararları uygulamayacağını anladı. Sekiz ayda, hızla askeri darbe ortamı oluşturuldu. Ekonomik ve siyasi sistem tıkandı, çatışma, kargaşa çıkarıldı. Aşırı sağ ve İslamcı militanlar, bu dönemde epeyi iş görüp bu sayede güçlendiler, başlarına buyruk oldular. Darbe geldiğinde, kendisini ezeceğini bilen işçi sınıfının çoğunluğu, harekete geçmedi zaten hiç kimse, Erdoğan’ın yaptığı gibi darbeye karşı mücadeleye çağırmadı.

Özal, generallerin hükümetinin bakanı oldu. Özal da, tıpkı Erdoğan gibi Erbakan’ın MSP’sinden gelme. 1971’de MSP’den milletvekili adayı oldu, seçilemedi. Darbeden sonra ANAP’ı kurdu, başbakan, sonra da cumhurbaşkanı oldu.

Ailesi Nurcu olarak bilinen Özal’ın selamı, iki elini başının üzerinde birleştirmesiydi ve herkes bunun, tarikatların birliğini sembolize ettiğini biliyordu. Cumhurbaşkanı olduğunda dini çevreler “seccade meclise çıktı” diye sevindiler.

Özal’ın denetimindeki DTP 1983’te, ilk kez ekonomi dışında toplumu biçimlendirmeyi içeren bir rapor açıkladı. Bu raporda, “yabancı sosyalist ideolojileriyle gençlerin kültürel ve manevi değerlerinin yozlaştırılması, gençleri milli kültürden ve Sünni inancından kopararak batının kültürünü taklide yöneltiyor” deniyordu. Bugüne gelen yolu döşeyen rapor, Sünni mezhebi, ulusal kimlik halinde tanımladı, devlet olanaklarıyla toplumun biçimlendirmesi amaçlandı. Başarıya ulaşıldı da.

Böylece İslamcılar, darbeci generallerle birlikte devletin içinde yer aldı, işçi hareketine ve sola karşı din kullanıldı. Mumcu’nun ortaya çıkardığı gibi laik ordunun generalleri, 1982-1984 yılları arasında, darbeden kaçanların yoğun olarak yerleştiği Almanya’da, Diyanetin gönderdiği imamların ücretini Rabıta Örgütü üzerinden, Suudilerden gelen parayla ödüyordu. Elbette bu paranın bir kısmı, sonra ANAP, AKP çizgisinde devam eden siyasetçilere ve İslamcı patronlara (Tıvınıklı, Bayraktar, Teymur, Kalyoncu, Kalaycıoğulları; bugün en büyük patronlar arasında) aktarıldı.

Bu dönemde ve sonraki yıllarda, Nakşibendiler ve Nurcular Diyanet üzerinden, Süleymancılar Kuran kursları üzerinden örgütlendi. 1983’te Erbakan’ın çizgisi Refah Partisi ile bu ortama eklendi.
Devam edecek...


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2016  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 219 - 2 Eylül 2016  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?