Sinif Mucadelesi

Afganistan : İkiyüzlü konuşmalar ve gerçekler

Pazartesi 15 Eylül 2008

Amerika’nın komutasındaki koalisyon birlikleri, 22 Ağustos’da, Afganistan’ın Shindand eyaletini bombaladı. Pentagon’un sözcülerinden biri bunun “Talibanlara karşı meşru bir saldırı” olduğunu açıkladı. “Maalesef sivil kurbanlar da var, sayıları tartışmalara yol açıyor, bu nedenle bir soruşturma yürütülüyor” diye ekledi.

Birleşmiş Milletler, 15 köylünün yaralandığını belirterek, aralarında “60 çocuk, 15 kadın ve 15 de erkek” bulunan 90 sivilin öldüğünü doğruladı. Bölgede yaşayanlar, bombardımandan sonra onlara yardıma gelen Afgan askerlerine taş atarak “Afgan ordusu bizim düşmanımızdır, biz düşmanımızdan hiçbir şey istemiyoruz” diyerek tepki gösterdiler.

Temmuz ayında ülkenin doğusunda yapılan iki bombardıman 64 kişinin ölümüyle sonuçlandı. Bunların 47’si düğüne giden insanlardı ve 39’unu kadın ve çocuklar oluşturuyordu. Birleşmiş Milletler’in verilerine göre yabancı askeri güçler tarafından bu yılın ilk 6 ayında 255 sivil öldürüldü.

Sivillere karşı yapılan saldırılar, işgal güçlerinin askeri operasyonlarının bir parçası. Askeri işgal güçleri için bölgedeki bütün yaşayanlar potansiyel düşman, bütün köyler ise teröristlerin sığınma yerleri. İşgal devam ettikçe bu daha açıkça ortaya çıkıyor. Yabancı asker işgalinden kaçarken Taliban diktatörlüğünün eline düşme tehlikesiyle karşı karşıya olan Afganistan halkı için durum giderek daha da dramatik bir hal alıyor.

Talibanlar, büyük güçlü devletlerin gözünde her zaman, ne pahasına olursa olsun ortadan kaldırılmaları gereken, “orta çağlı” barbarlar değildi. Etkilerini 1988-1989 yıllarında Sovyet birliklerinin çekilmesinden, 1996’da Kabil’e girmelerine kadar olan süre içinde, ülkenin güneyinde giderek yaygınlaştırdılar. ABD ve müttefikleri bu dönemde hiçbir şey yapmadan pasif kaldıkları gibi, geçmiş yıllar boyunca da Sovyet’lerin Afganistan’daki varlığına karşı mücadele eden İslamcı güçlere yardım ettiler.

Ancak Bush’un, 11 Eylül saldırısının ertesinde Amerikan kamuoyunu etkilemek üzere bir güç gösterisi yapmaya ihtiyacı vardı. ABD ve müttefiki sosyalist Tony Blair tarafından yönetilen İngiltere, el Kaide’nin yuvası olarak sunulan Afganistan’a karşı, bin Laden’i yakalamak bahanesiyle askeri müdahale hazırlıklarına başladı. ABD’nin hava kuvvetleri, ilk olarak 7 Ekim’de ülkeyi bombaladı. Bin Ladin belki de oradaydı ancak yedi yıl sonra hala serbestçe dolanıyor.

Birleşmiş Milletler, ancak ikinci dönemde operasyonu destekledi. Ülkede demokrasiyi inşa edeceği varsayılan koalisyonun oluşmasıyla “sınırsız adalet” operasyonu “değişmez özgürlüğe” dönüştü. O dönemde Cumhurbaşkanı Chirac ile Başbakanı sosyalist Jospin hemfikirdi. Jospin, terörizme karşı mücadele “zaman içinde mutlak bir kararlılıkla toplu olarak yürütülecektir” açıklamasını yapmıştı.

Bugünse, Sarkozy’ye inanılırsa bu, Hamit Karzai rejiminin temsil ettiği demokrasiyi savunmak için olacak, yani Fransa askeri varlığını sürdürmeye devam edecek. Adalet Bakanı, eğer Talibanlar Kabil’e yeniden geri gelirlerse Afgan kadınlarının kaderinin ne olacağını hatırlatmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Eğer koalisyonun resmi patronu olan Birleşmiş Miletler’in 2007 Kasım ayında yayınlanan raporuna inanılırsa, Karzai rejimi, Sarkozy ve Dışişleri bakanı Kouchner’in vermek istediği ideal görüntüden çok uzak. Afgan polisinin oluşturulmasıyla ilgili olarak “İçişleri bakanlığı yetkilileri, birçok defalar, açık bir biçimde yolsuzluğa batmış olan yüksek kademedeki görevlilerin işlerine son verme cesaretine sahip olmamakla suçlandı”. Yolsuzluk ve adam kayırma, özel olarak polis içinde çok önemli ve tehlikeli boyutlarda. Hukuk sistemi “kurumsallaşmış yolsuzluk”tan sıkıntı çekiyor. Gazeteciler eğer islam hukukunun uygulanışını eleştirirlerse hapsedilme tehlikesiyle karşı karşıya.

Koalisyonun müdahalesini haklı göstermek için sıkça kullanılan kadınların kaderine gelince: “BM, 2007 yılı başında, yasalara karşı geldikleri için tutuklanan kadınların yüzde otuzunun, ceza hukukuyla ilgili suçlardan değil, ahlaki düzenin ihlalinden dolayı, diğer bir yüzde 30’luk bölümünün ise zina yapmaktan tutuklu olduklarını tespit etti. Ayrıca “ahlaki düzeni ihlal etmek” ile “zina” arasında ustaca ve kurnazca yapılan ayrıma hayran kalmadan geçmeyelim. Karzai hükümeti tarafından kontrol edilen topraklardaki kadınların kaderi de özenilecek bir durumda değil.

BM’nin bu raporunun sonuç bölümünde, “kalıcı barışa özlemin... gerçekleştirilmesi giderek daha da zorlaşan bir ideale benzemeye başladı”ğı kabul edilerek aşırı iyimserlik gösterilmiyor. Savunma bakanı Afganistan’da olup bitenlerden bahsederken “savaş kelimesine tümüyle karşı çıktığı” doğru. Bu Cezayir’de de yaşandı. Orada da Fransa’nın askeri ve politik sorumluları yıllar boyunca sadece “kurulu düzeni koruma operasyonlarından” bahsettiler. Cezayir’de gerçekten bir savaş olduğunun kabul edilmesi için 1999 yılını, yani anlaşmazlık ve çatışmanın ardından 37 yıl geçmesini beklemek gerekti. Kelimelerden korkan bir Savunma bakanı, bu çok da görkemli olmuyor. LO (29.08.08)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2008  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 123 - 5 Eylül 2008  Site yaşamını izle Uluslararası Gündem   ?