Sinif Mucadelesi

Buhrandaki kapitalist ekonomi: Uçuruma doğru giden yeni adımlar

Pazar 11 Ocak 2015

Kapitalist ekonomi 2008 yılında başlayan mali kriz bataklığından bir türlü çıkamıyor.

Avrupa Birliği’nde son 6 yıl içerisinde ortalama büyüme oranı sıfıra yakın. Ama bu orta­lama, Batılı emperyalist ülkeler arasındaki farklılıkları gizliyor: Örneğin avro bölgesi ülkelerin 2014’ün ilk çeyrek dönemindeki GSMH büyümesi, 2008 yılına göre yüzde 2.5 geriledi. İspanya %9.1 ve İtalya ise %6.3 geriledi. Daha net olan sanayi üretimi endeksleri, 2008 öncesine göre daha çok geri­ledi.

Özel şirketlerin yatırımla­rında mali krizden sonra ani bir gerileme yaşandı ve devam etti. “Avro bölgesininde şimdiye kadar görülmemiş” bir gerileme yaşanıyor (CEPII). Siyasi liderler ve yorumcular koro halinde: “Yatırımları artırmak 2015 yılı için çok belirleyici iktisadi bir siyaset olacak…” diyor.

Tamam, ama nasıl olacak?

Kapitalist şirketler yatırım yapmıyor, çünkü pazarın büyüye­ceğine inanmıyorlar.

Devletlere gelince, onlar tamamen çaresiz çünkü gırtlakla­rına kadar borca saplanmış durumda. Bu nedenle de kamu hizmetleri ve alt yapı için gerekli yatırımları bile yapmayıp bunlar üzerinden tasarruf ediyorlar.

ABD ekonomisinin can­landığı ve takdim edilen ümit, burjuva iktisatçılarının masalını anlattığı durum, şirketlerin kârının artması ile sınırlı. Kâr, 1947 yılından bu yana en yüksek sevi­yelere tırmanıyor. Şirketler, rekor seviyelere çıkan kârı, hissedarla­rını daha da zenginleştirmek için kullanıyor. Örneğin 2013 yılında, 900 milyar dolar kâr payı dağıttılar. Yani krizden önceki iyi yıllara göre bile 100 milyardan daha fazla.

Dow Jones endeksine bağlı 30 şirket, 2013 yılında kendi his­selerinin bir kısmını yeniden satın almak için 211 milyar harcayarak, hem bu hisseleri satanları hem de kendi hissedarlarını mutlu etti.

İşçi kitleleri için ise krizin son yıllardaki bilançosu, işsizliğin artması oldu.

Obama hükumeti, ABD’de işsizliğin azalması ile övünüyor: Onlara göre Eylül 2014’de işsizlik seviyesi son bir yılda %1.3’lük bir azalma ile %5.9 seviyesine indi. Bu bile dünyadaki en büyük eko­nomiye sahip bir ülke için 9.3 milyon işsiz demek.

Aslında resmi rakamlar 7.1 milyon kişinin yarım gün çalışmak zorunda olduğunu -yani yarı işsiz- ve de umudu kalmayıp iş arama­yanların sayısının 2.2 milyon olduğunu kabul ediyor. Yani gerçek işsizlik oranı söylenenin iki katı. İşsiz sayısından daha anlamlı olan, yarım gün çalışmak zorunda kalan kişi sayısındaki artış. 2007’de 121 milyon kişi iken Eylül 2014’te 119.8 milyon oldu. Halbuki bu dönemde ABD nüfusu 18 milyon arttı. Rakamlarla oynandığı açık. Elbette bu ABD’nin tekelinde değil. ABD’deki gerçek; çalışabilen nüfusun işsizlik oranının 1978’den bu yana en yüksek seviyeye çıkmış olmasıdır.

Birkaç yıl boyunca, “gelişmekte olan ülkeler ekonomik büyümenin motoru” diyenler ön plana çıkmıştı. BRICS diye tanılan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin Güney Afrika- ve hatta bunlara bazen Türkiye, Endonezya ve de Güney Kore ilave ediliyordu- Bu ülkelerin kapitalist dünya ekono­misi için umut olduğuna inanlar, böyle olmadığını görmeye başladı.

Çin’in resmi ekonomik büyüme rakamları yüksek ama orada da gerileme var: Örneğin 2000-2010 yılları arasında %10 olan büyüme bu yıl %7 civarında kaldı. Çin’deki büyük GSMH rakamları, bir yönüyle önceki yıl­larda Batı Avrupa’da inşaat saye­sinde en başta giden İspanyol ekonomisini anımsatıyor… Ama büyük bir balon gibi şişen inşaat iş kolu, inşaatların durması sonucu patladı ve İspanyol ekonomisinin tamamını durgunluğa sürüklendi.

Dünyadaki üretim gerile­mesinin sonucu olarak ham madde fiyatlarında da düşüş oluyor. Maden fiyat endeksinde sadece bir yıl içerisinde %9.6’lık gerileme oldu. Demir madenin fiyatı bu yıl içerisinde %41 düşüşle son 5 yılın en alt seviyesine indi.

Ham madde üretimi, ulus­lararası büyük tröstlerin ellerinde. Petrol üretimi bunun tipik bir örneği. Bu tröstler, Maltüsçü bir siyaset izlediklerinden dolayı, başta demir madenleri olmak üzere, bazı madenlerin kapatılma­sına yol açtıkları için tensikatlar oluyor ve de ham madde üreticisi ülkelerin ekonomisini olumsuz etkiliyor.

Çok fazla kâr eden büyük şirketlerin devasa miktarda parası var ama bunları yatırıma yönlen­dirmiyor. Bir tahmine göre mali sektör dışındaki 2.300 ABD’li büyük şirketin son yıllarda birik­tirdiği nakit para miktarı 2 trilyon dolara (1.443 milyar avroya) tır­mandığı yazdı. Bu rakam “gerçekten baş döndürücü (çünkü) bu rakam Rusya’nın bir yıllık brüt üretimine eşit. Bu savaş ganimeti gibi para, yatırım için yer arıyor.” Ancak yatırım diye sözü edilen, yeni üretim olanakları yaratacak olan bir yatırım olmayıp en iyi şekliyle var olan şirketlerin satın alınması veya kötü şekilde olanı ise spekülatif yatırımlar. Ekonomik gerçeklikteki gelişmeler alan değişiklikleri yoluyla ört bas ediliyor.

Kapitalist ekonominin değişmeyen temel işleyiş kuralı, elde edilen kârın sürekli olarak yeni kâr getirebilecek alanlara yönlendirilmesidir. Kitlelerin satın alma gücünde bir büyüme olma­dığında, biriken yeni sermaye üre­time gitmiyor ve giderek daha çok mali işlemlerde kullanılıyor.

Kapitalist ekonomi, krizi aşabilmekten aciz. İşte kapitalist sınıfın emekçilere karşı uyguladığı sınıf savaşını artırarak kitlelerin daha da yoksullaşmasına neden olması bu nedenden.

Devletler, bu sınıf savaş­larında tamamen büyük burjuva­zinin hizmetinde: Ekonominin iyi gittiği dönemlerde sosyal barışı sağlamak amacıyla verilen bazı yasal hakların geri alınması için özel şirketlere gerekli olanak ve desteği vermekle kalmıyor, ek olarak kendileri de hakimler gibi davranıp işçi sınıfından ve daha genel olarak bütün kitlelerden kesintiler yaparak kaynakları mali sektöre aktarıyorlar. Bütün devletler kemer sıkma siyaseti uyguluyor. Bu siyaset farklı şekil­lerde uygulanıyor ve de bunları uygulayan siyasetçiler, bir sürü yalanlarla “doğru yaptıkları” iddi­asında.

Yozlaşma ve kriz süre­cinde olan kapitalist ekonominin temel siyaseti borç faizlerini ve “borç” ödemek idi. Bu siyaset devletler tarafından dayatılıyor, siyasetçiler ve medya koro şek­linde, bundan daha doğru ne ola­bilir diyorlar. Bunun arkasında yatan acı gerçek, mali sermayenin üretim ve direk sömürü uygula­ması bile yapmadan, bütün top­lumu haraca bağlamış olmasıdır.

İşçi sınıfı, doğal hakkı olan iş ve iyi bir ücrete sahip olabilmesi için bunu patronlara ve devlete karşı mücadele ederek dayatmak zorunda. Troçki’nin bundan 70 yıl önce, kapitalist ekonominin içinde bulunduğu feci ekonomik kriz ortamında hazırladığı Geçiş Programı, bugün de geçerliliğini olduğu gibi koruyor: Mevcut iş, bütün emekçiler arasında, hiçbir ücret kaybı olmadan, ortak bir şekilde paylaşılmalı. Satın alma gücünün korunması için ücretlere eşel mobil sistemi uygulanmalı ve ücretler otomatik olarak fiyat artışları oranından artırılmalı.

Bu talepler direk olarak sermayenin şirketler üzerinde uyguladığı diktatörlüğü tehdit ettiğinden ve bunun sonucu olarak da büyük üretim araçlarının özel mülkiyetine son vereceği için devrimci bir içerilik taşıyor. İşte bu nedenle de kapitalist mülk düzenini açıkça savunanlar bu isteklere karşı çıkıyor. Kapitalizmi eleştirerek destekleyenler ise hayal olduğunu söylüyor.

Kapitalizm bundan bir yüzyıl bir zamandan önce tarihi görevini yerine getirerek ekono­miyi geliştirerek şimdiye kadar görülmemiş bir seviyeye çıkardı. Ancak kapitalizm artık kapitalist öncesi sermaye uygulamalarına geri dönmekte. Artık tefecilik, üretimi aşmaya başladı. Bazıları, kapitalizmin sadece “aşırı” uygu­lamalarını eleştirip sorunu buna indirgiyor, oysa sorun, bazı akbaba fonların uygulamaları ile sınırlı değil. Sorun artık kapitalizmin bir bütün olarak buna dönüşmesinde. Artık krizler, ilk dönemlerde üst­lenmiş oldukları ekonomiyi, sar­sıntılı olsa da, dengeleme görevini bile yerine getirmiyor. Esas sorun, 1970’lerde başlayan fazla üretim krizinden ve ardından gelen mali krizlerden bu yana, ekonomide hiçbir ciddi büyüme dönemi ger­çekleşmemesi.

Ekonominin gittikçe mali sektörün hakimiyeti altına geçmesi sonucu borçların, devlet yardımla­rının büyümesi ve bunun sonucu olarak küçük ve orta burjuvazi saflarında yıkımlara yol açması, büyük burjuvazinin umurunda bile değil. Savaş ortamında, savaş yasaları geçerli; kapitalist ekono­mide her zaman orman kanunu hüküm sürmüştür. Bu, sermaye sahipleri arasındaki ilişkiler için de geçerli.

Bundan yaklaşık bir yüzyıl önce, emperyalistler arası rekabet yüzünden yerküresinin Birinci Dünya Savaşı’na sürüklendiği bir ortamda Lenin emperyalizmi “kapitalizmin bunama aşaması” olarak adlandırıyordu. İşte bu bunamış kapitalizm, devrimci işçi sınıfı tarafından silip süpürülme­diği için varlığını koruyor. Biyoloji kanunları insanlık toplumunu için geçersiz: Süresini çoktan doldurmuş bir toplumsal yapı, bunamış olsa bile yok olmuyor, ta ki onu yeni ve daha üst bir düzen getiren toplumsal bir sınıf, ikti­dardaki ayrıcalıklı sınıfı yıkana kadar. İnsanlık bu toplumsal dev­rimin gecikmesinin bedelini 1929 krizi, Nazi barbarlığı, İkinci Dünya Savaşı ve otuz yıllık bir geçici ve göreceli sakinlikten sonra mali sektörün aşırı derecede büyüyerek yol açtığı parazitlik ve bunun getirdiği feci tehditlerle karşı kar­şıya kalarak ödedi, ödüyor.

Gündemdeki sorun, top­lumun temel üretici sınıfı olan işçi sınıfının sorunu olmasının da çok ötesinde, bir sorun; tüm insanlığın geleceğinin sorunu.

Kapitalist temellere dayalı olan bu toplum, artık ileri gitmiyor. İnsanlığın geleceği, işçi sınıfının dışında hiçbir toplumsal sınıfın yerine getiremeyeceği tarihi görevin işçi sınıfı tarafından ger­çekleşmesine; yani büyük burju­vazinin hakimiyetinin yıkılıp, kapitalist ekonomiye son verip ekonomik düzenin insanlığı yeniden ileriye doğru götürmesine bağlı. LO (21.10.2014)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2015  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 199 - 2 Ocak 2015  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?