Sinif Mucadelesi

Avrupa: Aşırı sağın yükselişi

Çarşamba 8 Mayıs 2013

Fransa’da son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “Ulusal Cephe”nin kadın adayının aldığı oylar aşırı sağın ilerlediğini gösterdi: Oyların %17,9’unu alan Marine Le Pen, 2002’de, cumhurbaşkanlığı birinci turunda %16,86, ikinci turda %17,79 toplayan baba Le Pen’den daha iyisini yaptı.

Aşırı sağın güçlenmesi, sadece Fransa’ya has bir olay değil. Bir hayli zamandır, Avrupa’nın birçok ülkesinde, çok farklı geçmişlerden ve kökenlerden gelen bazı partiler siyasetin aşırı sağında bulunmalarından dolayı ortak özellikleriyle seçimlerde siyasi etkilerinin yükseldiğini gördüler.

Yöneticilerinin, sözde “sosyal model”i öven Avrupa Birliği’nde, kitleler her yerde emeklilik ve sağlık sistemi bahanesiyle yaşam koşullarını gerileten “kemer sıkma” siyasetlerine maruz kaldılar. Avrupa burjuvazisinin tamamı, kendi sistemlerinden kaynaklı krizi ödetmek için emeklilere karşı acımasız bir sosyal savaşa girdi.

Kapitalizmin Avrupası, işten çıkarılmaların, işsizliğin (2012’de 25 milyona yakın işsiz) Avrupa’sıdır. Eurostat istatistik ajansına göre, 120 milyona yakın insan “fakirlik” veya “sosyal dışlanma” tehdidi altında. Bu da Avrupa Birliği’nin dörtte biri demek.

Milliyetçi önyargılar, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık; işsizlik, yoksulluk ve sefillik üzerinde güçlendiler. Aşırı sağ siyaset alanında kendini gösteren demagoglar, son yıllarda her yerde kemer sıkma politikasını dayatmak için iktidara gelen geleneksel partilerin yıpranmasından istifade ederek daha fazla geliştiler.

İsviçre, göçmenlere karşı olan söylevinin “Ulusal Cephe”inkini aratmayacağı “Merkezin Demokratik Birliği” (UDC) gibi bir parti örneği sunar.

Hatırlayalım ki bu parti, 2009 Kasımında, minarelerin inşasına karşı bir referandum önerdi ve bu onu 1971’de kuruluşundan beri, İsviçre yürütme organı olan Federal Konsey’in İsviçre siyasi hayatına uyum sağlamasını hiçte engellemedi. UDC, 2003’te seçmen sayısı olarak, oyların %27’den fazla oy alarak meclisin dörtte birini oluşturmuş mecliste birinci parti konumuna yükselmişti. Kampanyasında yabancı ve İslam düşmanlığı vardı.

Danimarka’da, 1995’te kurulan Danimarka Halk Partisi 2007’deki milletvekili seçimlerinde oyların %14’üne yakınını elde etti ve böylece üçüncü parti seviyesine yükseldi. 2000’li yılların başından itibaren, Avrupa’nın göçmenler üzerine en sınırlayıcısı olarak görülen kanunun kabulüne karşılık bir sağ hükümete destek verdi.

Danimarka hükümeti, 2011 Temmuzunda, sınırlarına gümrük kontrolleri yerleştirdi. Bu, Şengen anlaşmalarıyla garanti altına alınmış Avrupa alanının merkezinde Avrupa vatandaşlarının özgür dolaşımını sorguluyordu. Bu olay Avrupa komisyonunda bir tepki yarattı, sadece sözde kalan bir tepkiydi. Danimarka halkına 36 milyon avroya mal olan 50 kadar gümrük memuru İsveç ve Alman sınırlarında konuşlandırıldı.

Hollanda’da, aynı yabancı düşmanlığını yayan bir hareketin varlığını tanıdı. 2006’da, Geert Wilders tarafından kurulan “Özgürlük Partisi”, 2010’da milletvekili seçimlerinde oyların %15’inden fazlasını biraz geçerek ülkenin üçüncü gücü olmayı çabucak başardı. Wilders 2010 Haziranında iktidardaki sağ partiyle, göçmen politikalarında sınırlayıcı önlemler getiren politikaların kabulü ve Hollanda vatandaşlığına geçişinin zorlaştırılmasına karşılık, kendisine parlamenter çoğunluğu garantileyen bir koalisyon anlaşması imzaladı.

Avusturya’da, 2012 Şubatında, geleneksel sağın yöneticilerinden birinin, aşırı sağ parti FPÖ formasyonu almış bazı bakanları hükümete alma kararı, Avrupa çapında büyük tepkiler yaratmıştı. Avrupa Birliği yöneticileri çoğunluğu, Avusturya ile karşılıklı ilişkilerin dondurulması gibi sembolik olmaya yönelik yani gerçek sonuç almaksızın cezalar uyguladılar.

Şunu da söylemek gerekir ki savaş sonundan beri sosyal demokrat parti birçok eski yüksek Nazi memurlarını işe alan aşırı sağ ile flört etmek için kendini hiç sıkıntıya sokmamıştı. Hatta, 1970’te, geçmiş bir Nazi mazisi olan dört SPÖ bakanının da içinde bulunduran sosyalist bir hükümet bile oldu.

1986’da, Jorg Haider’in başa gelişiyle daha sağ bir dönemece girdi. Birçok defa Haider, III. Reich dönemi politikasına övgüler yapan veya onurlandırılması gereken Alman ordusuna ait SS Waffen’i belirten Nazi dönemine olan özlemleriyle ilgili açıklamalar yaparak skandal yaratmıştı. Fakat onun asil hedefi daha çok yabancıları teşhir etmekti.

İtalya’daysa değerini kaybetmiş, geleneksel görüntüsünden yoksun sağ seçmenler arayış içindeydiler. Silvio Berlusconi, işadamı, iletişim kodamanı ve Milano futbol kulübü AC’nin başkanı 1994’te birkaç ay içerisinde “Forza Italia” (Yaşasın İtalya) diye yeni bir parti kurarak sağda boş kalan yere yerleşti. Bir takım Hıristiyan demokrat yöneticileri de böylece kendilerini yenileyebildiler. Fakat operasyon kendini bundan böyle “demokrasi” kılığına girmiş aşırı sağ bir partinin yeniden hayata geçirilmesiyle tamamladı.

Macaristan’da, iktidarda ciddi bir kemer sıkma politikası yürüttüğü yıllardan sonra muhalefete gönderilen eski Stalinci komünist partiyi, sosyal demokrat partiye devreden hükümetin 2010’da şefi olan Victor Orban’ın lideri olduğu ana sağ parti, Fidesz.

Orbàn, kendini Fransa’da “Ulusal Cephe” gibi sağa yerleştirecek olan temaları geliştirdi. İktidara gelişinin başından beri ve parlamentodaki mutlak çoğunluktan güç alarak, anayasanın tekrar ele alınmasını organize etti. Yeni metin ülkenin Hıristiyan köklerine, Macar kanına gönderme yapar ve Macar olmayanların hepsini Yahudileri, romanları ve komünistleri çok açık bir dille dışlar, ayırır.

Son derece sağda bulunan bu partinin içinde, aynı alanda milliyetçiliğin ve yabancı düşmanlığının açık arttırmasını yapan “Jobbik” adında bir örgüt gelişir. 2010 Nisan ayı milletvekili seçimleri sırasında, Jobbik oyların %17’sini ve 47 milletvekili elde eder. Üniformaları, Macaristan’ın Alman ordusu tarafından işgal edildiği dönemin Nazi yanlısı milislerinin üniformalarını hatırlatıyor.

Yunanistan’da 6 Mayıs 2012 seçimleri bize kriz süreçlerinde politik durumların nasıl çabuk değiştiğini gösterdi. “Altın Şafak” adlı aşırı sağ örgüt önceki milletvekili seçimlerinde %0,23’ten %7’ye yakın bir oy potansiyeli yakaladı.

Başka bir aşırı sağ örgüt Laos büyük bir olasılıkla hükümetle yakın zamanda yaptığı ortaklığının cezasını oylarının ikiye bölünmesiyle yaşadı. Yine de %3’e yakın oya ulaştı.

Altın şafak kendini çok açık bir şekilde Hitler’ci gösteriyor. Kafaları dazlak militanlar kollar gerilmiş Nazi selamı yapıyorlar, amblemi gamalı haça benziyor. Söylevlerinde, yöneticisi Yunanistan’ı güçlü metoduyla düzene koyma iradesini açıklıyor. Ve sadece bu söylevlerle yetinilmiyor zira militanları Atina’da göçmenlere karşı saldırılar tertipliyorlar.

Aşırı sağ tehdidine karşı hangi siyasetle karşılık verebilir?

İtalya’da 1920’lerdeki faşizm ve Almanya’da 1930’lu yıllardaki Nazizm gibi hareketler işçi sınıfına karşı krizden etkilenmiş küçük burjuva yığınlarını kullanmaya muktedirdiler. Troçki’nin deyimiyle, bir kriz durumunda, faşizmin işlevi küçük burjuvaziyi işçi sınıfına ve örgütlerine karşı vurucu güç olarak kullanmak ve toplumun tamamı üzerinde büyük sermayenin diktatörlüğünün en vahşi şeklini oluşturmaktır.
Bu tip örgütler işçi sınıfına ve örgütlerine karşı kullanılabilirler, fakat aynı zamanda yönetici sınıflar iktidarın anahtarını kendilerine vermekte güvenmezler.

1930’lu yılların Almanya’sında bile, burjuvazi en son anda Nazilere iktidarı vermeyi kabul etti. Ve birçok ülke iki savaş arasında, milislere sahip ve işçi militanlarına ve emekçilerin tamamına karşı polisin tamamlayıcı rol oynadığı faşist örgütlenmelerle baskıcı rejimler yaşadılar.

Krizin yeni bir derinlik kazanması halinde, yarın yeni bir tehdidin ortaya çıkması da böyle olur. Şu anda hiç bir yerde, işçi sınıfı böyle bir durumla karşı karşıya değildir. Fakat yarış büyük bir hızla başlamış durumda.

1930’lu yıllarda, bundan önceki en büyük kapitalist kriz süresince, Avrupa’da birçok ülkede, aşırı sağ hareketlere karşı Stalinizmin etkisi altında artık proleter devrim çıkarlarını temsil etmeyen komünist partileri gene de büyük yığınlar için sosyal değişim umudunu temsil ediyordu.

Bugün aynı durum söz konusu değil, işçi sınıfı küçük parçalara bölündü ve politik hedefini tamamen kaybetti. Maddi ve politik çıkarlarını temsil edecek olan bir partinin yokluğu onu, büyük yığınlara yolunu bulmaya ve sınıf bilincini güçlendirmeye yardımcı olan politik bir pusuladan yoksun bırakıyor.

Gerçekten komünist ve devrimci böyle bir parti, işçi sınıfı için, yaşam koşullarına karşı ve belki yarın örgütlerine ve özgürlüklerine karşı burjuvazinin saldırıları karşısında mücadelesini yürütmek ve örgütlemek için kaçınılmaz olacaktır. İşçi sınıfının, krizin devamında ve sonrasında zarar gören toplumun diğer sınıflarını sürüklemeye ve yalnız kendisinin değişik bir hedefler sunabilir.

İşçi sınıfının çok net ve patlamaya hazır bir karakter kazandığı birçok dönemde, devrimci partiler doğabilir ve çok kısa bir zamanda genişleyebilirler. İşçi sınıfı ayağa kalkacağı zaman, binlerce sömürülen insan komünist fikirlere yönlenecektir. Fakat hala, her yerde sosyal devrim bayrağını dalgalandırmak için militanlara ihtiyaç vardır.

İşte bunun içindir ki krize batmış kapitalizmin iflasına sürüklenmiş toplumu görmeyi reddeden herkesin ilk görevi bugün, emekçiler arasında bu komünist düşünceleri yaymak ve savunmak için her şeyi yapmak ve bugünden itibaren bir devrimci komünist partisinin kuruluşunda çalışmaktır. (LDC)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2013  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 179 - 3 Mayıs 2013  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?