Sinif Mucadelesi

Krizle tehdit edilen Avrupa Birliği

Perşembe 18 Nisan 2013

Güney Kıbrıs’ta son yaşanan mali kriz yeniden kapitalist düzenin yol açtığı ekonomik kriz nedeniyle her an patlamaya hazır bir yanardağ üzerinde olduğumuzu gündeme getirdi. Kıbrıs’ta ikinci büyük bankanın iflas etmesiyle sonuçlanan bu mali krizin ne kadar tehlikeli boyutlara ulaştığını gösteriyor. Avro bölgesinin en küçük ülkesi olan Kıbrıs’ın mali sorunları yüzünden avronun dağılma tehlikesine dönüşmesi ve de bütün Avrupa Birliği banka sistemini çöküşe sürükleme tehlikesi oluşması durumun ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor.

Avrupa Birliği yöneticileri Kıbrıs yangınını söndürmek için banka hesaplarındaki tüm paraları vergilendirmeyi önerdi. Bu ise bütün banka sistemini çöküşe götürme tehlikesini oluşturdu! Finans çevreleri sadece Kıbrıs’taki banka sisteminin değil bütün AB banka sisteminin çökebileceğini gördükleri için bundan vazgeçtiler. Ama krizi atlatmak için buldukları çözüm ancak günü kurtarıyor ve bedelini de başta banka emekçileri olmak üzere, emekçilerin sırtına yüklüyor.

2008 yılının sonundaki mali krizden bu yana süregelen kapitalist ekonominin krizinin giderek daha da ağırlaşması, çeşitli ülkelerin iç politikaları üzerinde olduğu kadar, uluslararası ilişkiler alanında da ağırlığını hissettiriyor. Politika gibi ekonominin yöneticilerinin de, krizin iniş çıkış kargaşası içinde, plansız programsız düzensiz bir biçimde doğaçlama yapmaları, uluslararası ilişkilere daha da çelişkili ve karmaşık bir nitelik kazandırıyor.

Avrupa Birliği, 50 yıllık karmakarışık bir tarihe ek olarak kuşkusuz Parlamentodan yürütme gücüne kadar bir devletin gerektirdiği her türlü aygıtla şekilsel olarak çevrili olmasına rağmen tek bir devlet varlığı yaratamadı.

Ulusal burjuvalar, gülünç bir biçimde dar olan ulusal pazarları birleştirmek konusunda güçlü ekonomik gereksinimlerin etkisiyle, ulusal devletlerinin az çok büyük olan egemenliğini terk etmeye razı oldular. Ancak bunlar arasında hiçbiri, her şeyden önce de ilk planda yer alan örneğin Fransa, İngiltere ve Almanya gibi Avrupa’nın belli başlı rakip emperyalist güçleri, kendi ulusal devletlerini uluslar üstü bir devlete feda etmeyi kabul etmediler.

Avrupa’nın emperyalist burjuvaları ortaklık yapsalar da, rekabetten vazgeçmediler. Eskiden rakiptiler, rakip olarak da kaldılar, yani hala da birbirlerine rakipler. Öncelikle, bu devletlerin güçleri, ulusal devlet aygıtlarının ağırlıkları oranında uluslar üstü bir devlet içinde kendilerini feshetme eğilimine çok az sahip oldukları bu ortak ekonomik alan içinde, Avrupa Birliği’nin sürekli pazarlıklarında en büyük ve önemli veriyi oluşturuyor.

Avrupalı emperyalistlerin, her birinin etki alanlarının, ittifaklarının, çıkarlarının, birbirlerine karşıt değillerse, bazen birbirine denk düştükleri, ama aynı olmadıkları bir dünyada, birbirleri arasındaki rekabetlerini de unutmamak gerek.

Bu farklılıklar, hatta bu çıkar çelişkileri, bütün bir sözde “Avrupa’nın inşası” süreci boyunca, kendilerini gösterdiler. Avrupa Birliği, bu rekabetler nedeniyle, yarım yüzyıllık “Avrupa’nın inşası” süreci yaşanmış olsa da, Avrupa’nın emperyalist güçlü devletlerinin her birinin kendi diplomatik hatta askeri oyunlarını oynadıkları çok sayıdaki somut durumun ötesinde ortak bir diplomasiye ve daha da önemlisi tek bir askeri güce ulaşamadı.

Avrupa Birliği, ekonomik gelişmesine ve çok sayıdaki nüfusuna rağmen, dünya çapındaki rekabette ABD ile eşit düzeyde olamadı, boy ölçüşemedi.

Avrupa Birliği için, büyük güçlü devletler arasındaki rekabette ortak bir diplomasi ve oluşturulmuş ortak bir ordunun yokluğu, birliğin ortaya çıkmasından beri büyük bir engel oluştursa da, bugün var olan Avrupa Birliği’nin parçalanıp dağılması tehdidi bu durumdan kaynaklanmıyor. Ekonomik alanda inşa edilen Birlik, bugün mali alanda tehdit altında.

Avrupa Birliği’nin politik yöneticileri, sadece boşlukları doldurmak için, birliğin olmadığı bir yerde daha fazla birlik yapmaya çalışmak üzere karşılaşacakları tehlikeleri bilmeden bir bilinmeze doğru hızla koşma yükümlülüğünü üstlenmişe benziyorlar. Spekülasyon dünyasının düşünürlerinden birisi George Soros, bu karşılaşılacak tehlikeler bilinmeden bir bilinmeze doğru koşma durumunun izleyeceği zorunlu genel çizgiyi kısaca formülleştirdi :

“Bugün, avro bölgesinin yönetimini iyileştirmekten başka bir seçeneğimiz yok. Sorun tek bir para biriminin olmasının gerekip gerekmediğini bilmek değil. Avro var ve eğer yıkılıp yok olursa, bu tamamen kontrol edilemeyecek bir banka krizine yol açar. Böylece de dünya derin bir ekonomik gerileme içine dalar.”

Öncelikle, avro bölgesinin 17 üyesi ile karar mekanizmasına üye olmayan 10 üyesi arasındaki kriz söz konusu, çünkü sadece avro bölgesini ilgilendiren kararlar bile bütün Avrupa Birliği üzerinde etkide bulunuyor.

Tüm bunlara ek olarak, bir yandan avro bölgesine egemen olan iki büyük güçlü devlet Almanya ve Fransa ile, diğer yandan temel kararlardan çeşitli derecelerde uzak tutulan Birliğin diğer ülkeleri arasında da kriz bulunuyor. Tabii ki bu beraberlikte, Birliğin Slovakya, Litvanya, Macaristan, Yunanistan gibi, emperyalist olmayan diğer küçük devletlerinin fazla konuşma hakları bulunuyor.

Sonuç olarak, avro bölgesinin iki güçlü egemen devletinin kendi aralarında da kriz söz konusudur. Bu iki devlet, egemenliklerini avro bölgesinin bütünü üzerinde uygulamak, diğer ülkelere kabul ettirmek üzere kendi aralarında ittifak yapsalar da, her biri kendi ulusal burjuvazisinin görüşlerine ve çıkarlarına göre hareket ettiğinden kriz oluşuyor.

Avrupa Birliği, emperyalist Avrupa’nın kıtanın yarı gelişmiş devletleri üzerindeki egemenliğine son veremedi. Ona sadece yeni bir alan sundu.

Yunanistan’daki, hemen hemen bir o kadar da İspanya’daki çok sıkı kemer sıkma politikalarına tepki olarak bu ülkelerde yoğun kitle hareketleri gelişti. Bu duygular sayılamayacak kadar çok protesto gösterileriyle ve özellikle de Yunanistan’da günlerce süren genel grevle ifade edildi.

Bu protestoların artması, sadece var olmaları ve ayrıca da kitlesel nitelikleriyle gelecek için bir ümit teşkil ediyor. Sömürülen, kriz tarafından boğazları sıkılan kitleler, yalnızca politika sahnesine direk müdahaleleri ile onlara yapılan darbeleri durdurma şansına sahipler. Ancak bu karşı çıkma hareketleri aynı zamanda bu hareketlerin sınırlılığını da ortaya koyuyor.

İspanya’daki gibi Yunanistan’daki hareketler, sömürülen kitlelerin hem nasıl, hem de ne denli hızla harekete geçebileceklerini gösterdi. Ancak bu hareketler aynı zamanda da, onların sömürülenlerin çıkarlarına uygun bir doğrultuya yönelmeleri ve burjuvaziyi direk olarak tehdit etmeleri için, çıkarları açık ve net bir biçimde ifade etmek ve bundan doğacak hedeflere doğru ilerlemek üzere politik görüşlerinin ve örgütlerinin olması gerektiğini gösteriyorlar.

Krizin neden olduğu sınıf mücadelelerinin yoğunlaştığı dönemlerde, topluma sunulan gerçek alternatif yani onu kimin yöneteceği, açık ve net olarak ortaya çıkmaya başlar. Toplumu mali kapitalistler mi yoksa sömürülen sınıflar mı yönetecek? Başka bir değişle burjuvazi mi yoksa işçi sınıfı mı yönetecek?

İşçi hareketinin politikasını kendilerinin yansıttıklarını, hayata geçirdiklerini iddia eden partilerin, korumacılık ya da ulusal sınırlar içine geri çekilme adına, kapitalistlerin Avrupa’sına muhalefet etmeleri işçi hareketinin çok derin oranlarda gerilediğinin simgesi.

Komünist devrimciler, burjuvazinin iktidarının devrilmesinin ve iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesinin, kapitalist ekonomi çerçevesinde bile tamamen çağa aykırı olan milliyetçi oluşumların dar alanlarına uygun düşmediğini açıkça ifade etmeli.

Avrupa’nın birleşmesi bu yolda sadece bir evre olacak. Avrupa kıtasının, devamını oluşturan Asya kıtasıyla birlikte, ayrıca da tarihiyle, insan bileşimiyle bağlı olduğu Afrika kıtasıyla ilişkili olarak bütünüyle birliği, en azından Birinci Dünya Savaşı’ndan ve zafer kazanan emperyalist güçlü devletler tarafından kitlelere dayatılan Versay anlaşmasından beri, devrimci işçi sınıfının programına dahildir.

Hayır, kriz Avrupa Birliği’nin ve onun yöneticilerinin liberal politika seçimlerinin sonucu değil, kapitalist ekonominin işleyişinin sonucu.

Evet, devrimci işçi hareketinin değerleri içinde sadece enternasyonalizm açık ya da gizli milliyetçiliğe karşıdır. Ve sadece bu toplumsal kurtuluş perspektifini açar.
(29.03.20113 LO)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2013  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 178 - 5 Nisan 2013  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?