Sinif Mucadelesi

Dünya emekçi kadınlar gününde kadınların başı yine eğik

Cuma 15 Mart 2013

Dünya emekçi kadınlar gününde ülkemizde, bir yanda kadına yönelik şiddet artarken diğer yanda “emekçi” olma olanağını elde eden kadın sayısı azalıyor. Bu önemli çünkü kadınlar ancak “emekçi” olabildiklerinde hem doğrudan kendilerine yönelen erkek şiddetine karşı hem de bu şiddeti üreten ortamı besleyen düzene karşı mücadele etme olanağına ulaşabilir.

Güya her dediğini yapan her söylediğine uyulan başbakan kadına yönelik şiddet konusunda ağzını açıp tek kelime etmedi. Çok sevilen cumhurbaşkanı da güya öyle. Her hafta 5 kadının öldürülmesi, daha çoğunun öldüresiye şiddet görmesi, onlara göre sözü edilecek bir sorun değil. Bunun yerine kadını tamamen eve hapsedecek düzenlemelerle uğraşılıyor.

Toplum, sanayi üretimi üzerinde yükseliyor. Türkiye nüfusunun çoğunluğu şehirlerde yaşıyor. Şehirli olmak, ev dışında çalışmak, ev dışındaki yaşama katılmak ve birey olmayı beraberinde getiriyor. Oysa hem ekonomik hem de siyasi müdahalelerle kadınlara, bilinçli bir şekilde tam tersi bir gidişat dayatılıyor.

Kadınlar üretim sürecinden dışlanıyor

Son 20 yılda kadınların iş gücüne katılım oranı, resmi rakamlara göre %4 düştü. 8 yıllık temel eğitim, lise mezunu genç kadın sayısının birkaç yılda ikiye katlanmasına sağladı. Bunun sonucunda çalışmak isteyen kadın sayısı arttı. Buna rağmen, çalışan kadın sayısı azalıyor.

Lise eğitimi almış 15-24 yaş arası gençler arasında işsizlik oranı, geçtiğimiz yıl, erkeklerde %19, kadınlarda %28’di. (2005’te ikisinin ortalaması %13 civarında idi.) Lise üstüne çıkıldığında fark daha da açılıyor, her yüz genç erkekten 24’ü işsiz kalırken, her yüz genç kadından 36’si işsiz kalıyor. TÜİK’in işsizliği düşüren hesaplama yönteminden başka daha gerçekçi bir hesaplama yöntemi kullanıldığında ise eğitimli genç işsizlik oranı erkeklerde %19 kadınlarda %45’e çıkıyor. Kısaca çalışmak isteyen, çalışmak için gerekli vasıfları da alan her iki kadından biri iş bulup toplum yaşamına katılabiliyor.

Ancak bir “iş” bulmak da kadınların toplum içindeki konumunu iyileştirmeye çoğu zaman yetmeyebiliyor. Çünkü tüm dünyada “kadın işi” diye kabul edilen, hizmet sektörü; “pazarlama, temizlik, bakım, bankacılık, eğitim, sağlık” gibi fazla fiziksel güç ve zor çalışma şartları olmayan işlerde bile patronlar erkekleri tercih ediyorlar. Çünkü işsizlik bu kadar yaygınken fiziksel gücünü rahatlıkla kullanabileceği erkek emekçileri işe alıyor. Kadınlara ise çok daha düşük düzeyli ve düşük ücretli, her an gözden çıkarılabilir işler düşüyor.

Kadınlar her yerde erkeklerden emir alır konumda çalışıyor, düşük ücretli ve meslekte yükselebilmek için hem meslektaşlarının “erkek dayanışmasını” hem de ailelerinin engellemelerini hatta sosyal çevrelerinin olumsuz etkilerini aşmaları gerekiyor.

Kadınların “üretici” olarak değersizleştirilmeleri, sosyal yaşam içinde de değersiz görülmelerine zemin oluşturuyor. Ancak öte yandan şehirlere yığılan ailelerdeki kadınlar, kendi başına bir birey olmayı öğreniyor. Artık sadece ailedeki erkeklerin bir parçası olmakla yetinmiyor, kendi isteklerini yapmayı, kendine zaman ayırmayı, bir işte çalışmayı, istediği erkekle evlenmeyi ya da istemediğinden boşanmayı, istediği kadar doğurmayı yani kendine ilişkin kararları kendisi vermek istiyor.

Kadınlar, ulaşamadıkları hakları ve şehir olanaklarını bilme ve kullanma isteği ile bunlardan mahrum olmalarına neden olan yoksulluk, yoksunluk ve erkek şiddeti arasında sıkışmış durumda.

Bu sorunun çözümü kadınların toplumsal yaşama daha çok katılmaları, daha çok “emekçi” olmalarından geçiyor. Ancak hükümetin dayattığı siyaset, tam bunun tersini savunuyor.

Kadının toplumsal konumu değersizleştiriliyor

Her kadından 3 çocuk doğurması isteniyor. Türkiye’de doğurganlık oranı düşüyor ama nüfusu yenileyecek düzeyde. Evet kadınlar, daha az çocuk yapıyor ancak bu durum kadınların bir ayıbı ya da eksiği değil ki. Eskiden bir kadının bir çocuğunun bakımı için harcadığı emek ile bugün bir çocuğu büyütmek için harcadığı emek neredeyse ikiye katlandı. Çocuklar, geniş aile içinde yaşlıların, komşuların, diğer çocukların da yardımıyla büyürdü, bugün tüm yük kadının üstünde. Bugün bir kadının 3 çocuk büyütmesi demek, tüm yaşamını çocukları için feda etmesi anlamına geliyor. Bunu söylemek, kadının yaşamını değersiz olduğunu söylemektir.

Erkekler bu mesajdan çok etkileniyor ve hem kendilerine hem de 3 hatta 5 çocuğuna da onlarca yıl bakan eşlerini, gözlerini kırpmadan öldürüyor. Evet, mesajı çok iyi alıyorlar ve kadının kendisinin bir değeri olduğu, insan olduğu akıllarına gelmiyor, ete bıçak saplar gibi eşlerini doğruyorlar.

Kadının “aile ve çocuk” üzerinden tanımlanması, kendi adının ve kişiliğinin görünmez hale getirilmesi, çok büyük sosyal hizmet kampanyaları halinde sunuluyor. Doğum izninin arttırılması, çalışan kadınların çocukları için kreş ücretinin devlet tarafından ödenmesi de bunlardan.

Özellikle kamuda çalışanları kapsayan bu tür düzenlemeler, aslında, patronlara kadınlar üzerinden iş ve kâr olanağı yaratılmasına hizmet ederken, kadınları da geri planda tutmaya yarıyor.

Kreş ve ana okulları, yeni gelişen bir iş kolu ancak, ücretler ve ücretlerdeki çocuk yardımı çok düşük olduğu için çalışan kadınlar çocuklarını, daha ucuza buldukları bakıcı kadınlara ya da ailede yardımcı olabileceklere emanet ediyor. Çalışan kadın çocuğunu kreşe verirse kreşler, doğrudan devletten para alacakları için hem müşterileri hem de kazançları artacak.

Yine de kadınlara yarayacak gibi gözüküyor. Oysa bu bir gerileme. İş kanununda 100 kadının çalıştığı işyerinde kreş açma zorunluluğu var ama uygulanmıyor. Sayı düşürülebilir, yakın işyerlerine ortak kreş açma zorunluluğu getirilebilir. Ama o zaman masrafı patron çekmek zorunda, patronlara “yük” olur.

Maliye, hastane gibi yüzlerce kadının çalıştığı kamu işyerlerindeki kreşler, bizzat hükümet tarafından kapatıldı. Kadınlar, aynı bina içinde, birlikte girip çıktıkları, sorun olunca kolayca görebildikleri, emzirebildikleri kreşlerden mahrum bırakıldılar. Şimdi, kreşlerin yeri, çalışma saatleri, bakım koşulları gibi çok daha geri koşullarda, güya hak veriliyor.

Kadın olmayı değersiz hale getirmenin bir yolu da kürtaj hakkına getirilen fiili kısıtlama. “Yaşam”ın korunması bahanesiyle daha doğmamış cenin ön plana çıkarılırken, kadının kendi yaşamı hakkında karar alması yasaklanıyor, kadın ikinci plana getiriliyor ve karnındaki ceninin “taşıyıcısı” konumuna indirgeniyor. En iyi şekliyle “eşler birlikte karar almalı” diyenler bile aslında aynı tutumu savunuyor. Çünkü bir çocuk aslında sadece annenin yaşamını tamamen biçimlendiriyor, babalar sayısız örnekte görüldüğü gibi canları istediğinde çocuklarını terk edip kendilerine yeni bir yaşam kuruyorlar.

Medyanın cinsiyetçi dili

“Silah patladı, genç kadın hayatını kaybetti.” Bunlar, Milliyet gazetesinde bir haberin başlığı. Aslında olay şu: Bir erkek, kendisinden ayrılmak isteyen üniversite öğrencisini, ruhsatsız silahıyla, okulunda vurarak öldürdü. Ancak gazete başlıkları, bu örnekte olduğu gibi her zaman kadın öldüren, döven erkekleri koruyacak şekilde. “silah patladı” silah kendiliğinden patlamaz, biri tarafından ateşlenir! “Kadın hayatını kaybetti” yani kadın suçlu, hayatını iyi saklayamamış! Üstelik, bir erkekten başlayıp devlete uzanın suç ve ihmal zinciri de böylece gizleniyor. Kadını öldüren erkek, ruhsatsız silaha engel olamayan “erkek” polis, öğrencisini güvende tutamayan okul yönetimi, vatandaşının en temel hakkı olan yaşama hakkını sağlayamamış devlet. Onun yerine “genç kadın hayatını kaybetti!”

Suçluyu, saldırganı değil, mağdur kadınları suçlu durumuna düşüren bu tür başlıklar, yazılar medyada her gün var. Bu cinsiyetçi, erkek egemen bakış açısı, anlama ve anlatma, erkek şiddetini haklı ve yerinde göstermeyi sürdürüyor. Bu ortamda, yeni yasal olanaklardan da yararlanmak isteğiyle hakkını arayan kadın sayısı arttığında, şiddetin tırmanmasının bir gerekçesi de ortaya çıkıyor.

Çözüm yine kadınlarda

Bugün her yönden kuşatılmış olsa da kadınlar çözümsüz değil. Her şeyden önce toplum yaşamına, üretime katılmak gerekiyor. Kadınlar, üretici oldukları oranda, hem ailelerinde hem de çevrelerinde her düzeyde söz söyleme, kendi yaşamları, gerektiğinde de aile ve toplum yaşamı hakkında karar alma hakkına sahip olur, değerli ve eşit bireyler konumuna gelir.

Sonra da mücadeleye katılmak gerekiyor. Kadınlar, kendi sorunları için mücadelelerini yalnız kendileri verebilir. Hem erkekleri hem de cinsiyet ayırımcılığını üreten düzeni değiştirebilirler. (27.02.13)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2013  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 177 - 1 Mart 2013  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?