Sinif Mucadelesi

12 Haziran genel seçimi ve genel olarak seçimler

Pazar 15 Mayıs 2011

İşçi sınıfının tarihinde “genel oy hakkı” ve “parlamentonun” önemli bir yeri olmuştur. Seçimlerden yararlanmak, emekçi sınıflar için önemli olsa bile, son tahlilde işçi sınıfının mücadelesinde bir “taktiktir”. Her seçime, her şartlarda katılmalı ve mutlaka her seçimde oy vermek gereklidir diye bir kural yoktur. Esas kural, somut şartlarda emekçiler için en yararlı olanı belirlemektir.

Tarihi olarak İngiltere’de 1830’lu yılların ilk yarısında, uluslararası işçi hareketinin ilk bağımsız mücadelesinin ürünü olan bildirgede, “genel oy hakkı ve milletvekili olma isteği” ilk kez yer almıştı.

Fransa’da 1848 devrimi ve 1871 Paris Komünü sırasında işçi temsilcileri mecliste ve hükümette yer almıştı.

Almanya’da 1900’lü yılların başında Alman Sosyal Demokrat Partisi, seçimlerden yararlanarak partinin büyümesini sağlamıştı.

Rusya’da Bolşevik Parti 1905, 1912 ve 1917’de en ağır gericilik koşullarında, Çarlık diktatörlüğü altında bile seçimlerden yararlanmayı bilmiştir.

İşçi hareketinin seçimlere katılma geleneği ve eylemi, bugün için de geçerlidir. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki komünist ve işçi partiler, seçimlerden yararlanarak güçlerini ortaya koymuşlar, toplumdaki etkilerini artırmaya çalışmışlardır.

Örneğin Fransa’da İşçi Mücadelesi (Lutte Ouvriere) gurubunun kadın emekçi adayı Arlette Laguiller, 1974’ten beri işçilerin devrimci siyasetini savundu ve 14 Nisan 2002 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 5.2 oy alarak (1 milyon 640 bin), emekçilerin sesini duyurmuştu.

1999 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde iki devrimci grubun (LO ve LCR) seçim başarısı, yüzde 5 barajını geçmeye fırsat vermiş ve Avrupa Parlamentosu’na 3’ü kadın 5 emekçi milletvekili gönderebilmişlerdi.

Türkiye’de seçimler ve sosyalistler

Türkiye’de son yıllara kadar seçim sistemi ve devrimci komünistler üzerindeki yasaklar ve baskılar nedeniyle işçi sınıfının devrimci çıkarlarını açıkça savunmanın önünde engeller var. Her ne kadar da bazı yasal engeller kaldırılmış olsa da Batılı kapitalist ülkelere kıyasla, yüzde 10 barajı ve mali engeller dahil bir çok engel varlığını koruyor. Belirli bir liberalleşme olsa da bunun sınırları ortada.

Bağımsız aday siyaseti

Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı sosyalistler bağımsız aday (dünya işçi sınıfı geleneklerine uyarak işçi adaylar) çıkarıp sermayeden, sömürü düzeninden sınıfsal ve ulusal baskılardan (özellikle de Kürt ulusuna) hesap sorup emekçilerin istek ve sorunlarını dile getirmek, doğru ve gerekli bir siyasettir. Ancak bunları işçi sınıfına dayanan temellerde ve işçi sınıfına hitap edip ona hesap veren temellerde yapmalıyız.

Üç büyük düzen partisinin (AKP, CHP ve MHP) durumu

AKP’ye, AK Parti dense de sömürenlerin ve asalakların AK partisi olabilir.

Dokuz yıldır süren iktidarının genel bir bilançosu yapıldığında zenginlerin çok daha zenginleştiği, ancak diğer yandan milyonlarca emekçinin çalışma ve yaşam şartlarının iyileşmediği, hatta birçok yönden daha da kötüleştiğini, ölümcül iş kazalarının arttığını (üç saatte bir işçi ölüyor), patronların Erdoğan’ın sözlerini değerlendirip, kendilerinin yol açtığı ekonomik krizi fırsat bilerek emekçiler üzerinde her türlü baskıları artırdılar; emekçilere “şartlar bunlar, ücret bu kadar, işine gelmezse gidebilirsin kapı açıktır” dedikleri ortada.

On milyon kişi sosyal güvencesiz ve memurların yüzde sekseni borçlu.

AKP, CHP ve MHP’nin seçimden önce birbirlerine, küfür seviyesine kadar vardırarak tartışmaları devam ediyor. Amaç emekçilerin ve yoksulların temel sorunlarını gündeme getirmeden şov yapıp içi boş yuvarlak laflarla bir şeyler yapılacak izlenimi vererek oy kapmaktır.

Örneğin bir numaralı projeleri olan yeni anayasa konusunda AKP: “Yeni anayasa bireylerin haklarını en etkin şekilde koruyacak. Dışlayıcı değil kapsayıcı, çoğulcu ve özgürlükçü olacak” diyor. CHP ise; “ilk hedef yeni anayasa. Eşitlik, katılımcılık, insan onuruna öncelik, kadın erkek eşitliği temel ilkeler olacak” diyor. MHP ise: “Toplumsal uzlaşma niteliği taşıyan ve tüm toplumu kucaklayacak şekilde hazırlanacak yeni bir anayasa yapılacak”diyor.

Bu gibi yuvarlak lafların içine her şey katıp sahte vaatlerde bulunmak gayet mümkün. Yoksulun ekmeği “umut”! Hatta somut vaatlerine bile kesinlikle güvenemeyiz.

AKP 9 yıl boyunca neye kadir olduğunu gösterdi. Yerli ve yabancı sermayeye çok büyük hizmetlerde bulundu. Şimdi seçim kampanyası esnasında emekçileri ve yoksulları “hatırladığını” söyleyen CHP ve MHP’nin de “nelere kadir” olduklarını daha önceki dönemlerde görmüştük: Onlar da hem yerli hem de uluslararası büyük sermayenin emrine amade olduklarını iktidarda oldukları dönemde yaptıklarıyla fazlasıyla ispat ettiler.

Bu sözü edilen üç partiden emekçilerin ve yoksullarının ve de Kürt halkının çıkarlarını savunmasını beklemek “ölü gözünden yaş beklemek” gibi bir şey olur!

Bu üç büyük parti dışında devrimci komünistlerin ilgi alanı Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) etrafında oluşan “Demokratik Seçim Bloku’dur” .

Demokratik Seçim Bloku nedir, ne değildir?

BDP’nin temel gücünü oluşturduğu Demokratik Seçim Bloğunun var olmasının esas nedeni, yüzde 10’luk seçim barajıdır. Kürt ulusal hareketini temsil eden BDP bu seçimde EMEP gibi bazı sol partilerin ve hatta devrimci grupların ve de solcuların da katılımını kabul ederek bir tür seçim cephesi oluşturdu.

Kürt kitlelerine ek olarak emekçilerin bir kesiminin oylarını da almayı hedef alan bu seçim bloğu, emekçilerin sorunlarını biraz gündeme getirse de temel olarak Kürt halkının ulusal sorunlarını gündeme getirmek için oluşturuldu.

Devrimci komünistler buna karşı olmadıkları gibi bu adayların olduğu bölgelerde desteklemeli. Ancak bunun ne olduğunu açıkça belirtmelidirler. Bu seçim cephesi devrimci işçi hareketi temellerinde olan bir oluşum olmadığı gibi işçi sınıfının temel sorunlarını da bu seçim esnasında savunmayacak.

İşte bu nedenle de komünist devrimci guruplar ve örgütler, kendilerini sadece bu seçim bloğunu desteklemekle sınırlamayıp, bu bloğun sınırlarını işçi sınıfından hiçbir şey saklamadan anlatıp, esas görevleri olan, seçimleri fırsat bilerek bütün olanaklarını işçi sınıfının temel sorunlarını gündeme getirmek için seferber etmelidirler.

Gerekli olan, işçilerin, işsizlerin, yoksulların ve emeklilerin acil taleplerini gündeme getirip bu hedefler doğrultusunda mücadele etmektir. Bu nedenle bazı taleplerimizi hatırlatmayı yararlı buluyoruz:
“Emekçiler, toplumsal ve siyasal alanda ağırlıklarını koyabilmek için, burjuvazinin siyasi güçlerinden bağımsız gerçek bir güç oluşturmalı. Emekçiler, kendilerini sömüren sınıfa karşı kendi sınıf çıkarlarını savunmalı.

Zenginlikleri üreten emekçilerdir. Ancak, bundan en az yararlanan da onlar. İşçilerin, işsizlerin normal bir yaşam isteme hakları var ve bu hakkı sermaye sınıfına dayatmalılar.

Emekçilerin, işsizlerin çıkarları, onların zengin ettiği patronlardan önce gelmeli. İşçilerin belirleyeceği yeterli bir ücret, iyi bir iş, en çok 8 saat işgünü ve yeterli bir emekli aylığı dayatılmalı.

Borsa ve banka hortumcularının, vurguncuların işyeri ve banka hesap defterleri denetim altına alınmalı.

Bütün işten çıkartmalar, özellikle de kâr ettiği halde işçi çıkarma yasaklanmalı.

Mevcut iş Hiçbir ücret kaybı olmaksızın bütün emekçiler arasında paylaşılıp hiçbir emekçi işsiz kalmamalı. Gerekirse hemen haftalık 40 saatlik ve hatta 35 saatlik çalışma süresi uygulanmalı. (Bu talep hiç de hayal değil. Avrupa’da yıllardan beri 35 saatlik haftalık çalışma süresi uygulanıyor).

Bugün, tüm dünyada kâr mantığıyla işleyen kapitalist sistemin neden olduğu işsizlik, pahalılık ve savaşlara kesin bir son verip, insanlık için yeni bir gelecek hazırlamak amacıyla mücadele etmeliyiz.

Yeni bir toplumu emekçiler inşa edebilir. Çünkü emekçilerin bugünkü düzenin devam etmesinde hiçbir çıkarları yok ve toplumun çoğunluğunu onlar oluşturuyorlar. (03.05.2011)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2011  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 155 - 6 Mayıs 2011  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?