Sinif Mucadelesi
Mısır

Mübarek’in gidişinden sonraki durum

Cuma 11 Mart 2011

Halkını 30 yıl boyunca ezen bir diktatörün devrilmesine elbette sevinmeliyiz. Ama kendimizi sadece bununla sınırlarsak dar görüşlü oluruz. Aynı zamanda demokrasiyi belirsiz bir parlamenter sistem vaadiyle de sınırlandırmış oluruz. Onlarca yıl baskı altında, özgürlüklerden yoksun yaşadıktan sonra, hayatlarını tehlikeye atarak el yordamıyla mücadeleye katılıp 18 gün boyunca Tahrir meydanındaki eylemlere katılanların açısından böyle bir yaklaşım anlaşılabilir. Aynı şekilde, mücadeleye katılan yoksulların da böyle bir tutum alması anlaşılabilir. Ancak olayları uzaktan, başka ülkelerden izleyen militanlar ve özellikle de kendine solcu veya devrimci diyenler açısından asla afedilemez bir tutumdur.

Çünkü Mübarek halkından çaldığı 40 veya 70 milyar ile tatlı bir hayat sürmeye devam etmeyi ümit ederken, rejimin temel direği olan ve geçmişte Mübarek’in temsilcisi olduğu ordu genel kurmayı hala yerinde duruyor.

Mübarek’in yerine geçen Tantavi, 1991’den beri devrilen diktatörün savunma bakanlığını yapıyordu. Tantavi başa geldikten hemen iki gün sonra, özgürlükler konusunda ne düşündüğüne dair güzel bir örnek verdi: Grevleri teşhir ederek sendika ve koperatif toplantılarını yasaklamakla tehdit etti. Yani sömürülen kitleler, işçiler, günde 1 dolardan daha az bir parayla geçinmek zorunda olan yoksul köylüler, işsizler ve geniş yoksul kitlelerin rejim değişikliğiyle yaşamlarında bir şey değişmeyecek. Buna ek olarak en temel hak ve özgürlüklerden bile yararlanamayacaklar. Tahrir meydanını işgal eden kitlelerin çoğunluğunu oluşturan küçük burjuvalar, öğrenciler, aydınlar, işsiz diplomalılar, belki özgürlüklerden yararlanabilecek ama bunun bile garantisi yok.

Mübarek’in devrilmesini kutlayanların kaçı, emekçiler de onlar
gibi haklarını savunmaya başladığında, en azından satın alma güçlerinin arttılmasını ve çalışma şartlarının iyileştirilmesini istediklerinde onların da haklarını savunacak?

Mübarek gitmeye zorlandı

10 Şubat Perşembe akşamı, Mübarek hala koltuğunu korumaya çalışıyordu ve yalana başvurup, isyan etmiş gençlere “bir babanın çocuklarına” seslendiği gibi seslendiğine vurgu yaptı. Oysa aynı saatlerde, bazı subaylar ve hatta CIA başkanı, Mübarek’in gittiğini açıklıyordu. Mübarek hala askeri yöneticiler, emrindekiler ve kendisinin başa getirdiği ve birlikte devlet kasalarını talan ettikleri kişilerce sonuna kadar destekleneceğini umit ediyordu.

Mübarek’in ağlamaklı lafları ve “kim olursa olsun yabancıların emirlerini takmayacağı” gibi sözleri ve onu terk eden ABD yöneticilerine sitem etmesi, Tahrir meydanında toplananları etkileyemezdi. Ordunun yöneticilerine hitap etmeyi amaçlasa da, bu çaba boşunaydı. Çünkü onları bu mevkilere getiren Mübarek olsa da, onlar her şeyden önce Mübarek’e değil ABD genel kurmayına itaat ediyorlar.

10 Şubatı 11 Şubata bağlayan gece sırasında, yani Mübarek’in televizyon konuşmasından ve çok kısa süre görevinde kalan Başkan yardımcısı Süleyman’nın “Mübarek’in Cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılmaya karar verdiğini ve ordu genel kurmay yöneticilerini ülkeyi yönetmekle görevlendirdiğini” açıkladığı zaman arasında neler olmuştu? Mübarek, onu destekleyen bazı komutanların da kendisini terk ettiğini mi gördü? Yoksa ordu yöneticilerine karşı sorumlu davranma hissi ile ordu yönetiminin bölünmesini engellemek için mi çekildi?

Tüm bunlar hiç önemli değil: Her halükarda Mübarek siyasi açıdan bitmişti. Mübarek de, oluşturdukları nefretin korkusu aşıldığında kitleler tarafından devrilen bütün diktatörlerin akıbetine uğradı. Sonuç itibariyle Mübarek gitti, ama yerine Tantavi yönetiminde Yüsek Askeri Şura geldi!

Belki de ordunun zirvesindeki gelişmeler bununla sınırlı kalmıyacak. Çünkü Mübarek döneminde yüklerini almış yaşlı generallerin yerini almak isteyen genç general veya subaylar, başa gelip devlet nimetlerinden yararlanmak isteyecekler.

Ordu, yani ordunun başı, iktidarı ele geçirdi demek doğru değil, çünkü iktidar ordu denetiminin dışına hiç çıkmadı ki! Nasır döneminden bu yana, başa kimin geçeceğini hep ordu yöneticileri aralarından birini görevlendirerek hallettiler. Sadece bu defa şöyle bir fark var: Mübarek rejiminin temel direği olan, ekonominin esas gücünü tekeline almış ve yolsuzlukların kaynağını oluşturan ordu, “demokratik geçiş sürecinin” aracı olduğu iddiasıyla alkışlanıyor. Devrimcilikle hiç alakası olmayan günlük Le Monde gazetesi bile şuna vurgu yapıyor: “Muhalefetin isteklerini yerine getirebilmesinin hiçbir güvencesi yok. Raslantılara bağlı olan ve garantisi olmayan güvence, ordunun Mısır’da demokrasinin başarıya ulaşma hedefine öncelik vermesidir.” Bu fikir, ne güzel zarif bir şekilde ifade edilmiş! Bu gazete ordunun, kanlı müdahaleleri dahil, geçmişini hatırlatarak “ordunun savunduğu çok büyük ekonomik çıkarları var. Genereller büyük toprak ve emlak sahipleridir” diyor. Tahrir meydanını işgal edenlerin en safları, orduyu demokrasinin savunucusu olarak adlandırmış olsalar da generallerin ayrıcalıklarından vazgeçmeyeceklerini tahmin etmek zor değil. Zaten meydanı işgal edenler, askerler tarafından çadırları sökülüp meydandan zorla uzaklaştırıldı.

Belirleyici olan, ne pahasına olursa olsun Tahrir meydanını işgal etmek değil. Çünkü Kahire sokaklarında ekonomik hayat normal seyrine döndü, fabrikalarda grevler var, belki de ordu fabrika girişlerini tutup direnen emekçileri kapı dışarı edecek ve hatta emekçilerden sert tepki gelebilir korkusuyla emekçilerin üzerine ateş bile açabilecek.

Grevler işçi mücadelelerinin başlangıcı mı?

Generallerin ve onları destekleyen büyük güçlerin ümit ettiklerinin aksine, Mısır’da her şey bitmiş sayılmaz. Başlayan grevler, belki de işçi sınıfının ve yoksulların güçlü bir mücadelesinin hahercisi.

Uzaktan da olsa, bu durumda bir devrimcinin isteği, Mübarek kovuldu diye mendil sallayıp zafer çığlıkları atmakla yetinmeyip, Mübarek’in diktatörlük döneminde bile hak mücadelesi vermiş olan işçi sınıfının, Yüksek Askeri Şurası’nın «sorumlu davranın, grevlerden vazgeçin» çağrılarına kanmamasıdır. Generallerin, işçi sınıfına sorumlu davranın diye yaptığı çağrıların arkasında en iyimser şekliyle sopalar ve daha kötümser şekliyle kurşunlar var. Zaten şimdiden bazı çevreler Mübarek’in devrilmesni kutlayıp artık “devrimin” hedefine ulaştığını ve bundan daha ileriye gidilemeyeceğini, “bir anda her şeyi elde etmenin” mümkün olmadığını söylemeye başladı bile. Ancak sömürülen kitleler şu ana kadar hiçbir şey elde etmedi

Teknelerle deniz yoluyla Tunus’tan İtalya’ya kaçanlara, bazı gazetecilerin televizyon kameralarının önünde sordukları aptalca bir soru “Diktatörün devrildiği ve devrimin başarılı olduğu bir anda niçin ülkenizi terk ediyorsunuz?” idi. Verilen cevap ise “tüm bunlara rağmen benim bir işim ve ailemi besleyecek bir geçim kaynağım yok!” oldu.

Ne Tunus’ta ne de Mısır’da yeni rejim “yoksulların geçimini nasıl sağlayacağını” açıklamıyor ve gelecekte de açıklamayacak. Hatta bu rejmler, yoksullara ne özgürlük ne de demokrasi getirecek. Belki de tanınan özgürlükler, demokrasi süsü vermek için bir meclis seçme hakkı; sömürülenlerin eskisi gibi -yine eski- polis ve askerin ve de eski yerel iktidarların baskıları altında ezilmesini sürdürmek için yapılacak. Aydınlar ise belki de bu güne kadar yasaklanmış Necip Mafhuz’un eserlerini okuyabilecekler –tabi ki bu iyi olur. Ancak çoğunun okuma yazma bile bilmediği ve esas sorunları karınlarını doyurmak olduğu sömürülen geniş yoksul kitleleri için böyle bir özgürlüğün ne anlamı olabilir ki?

Sömürülenler sınıfı, asgari özgürlüklere bile kavuşabilmek için olanaklarını yaratıp bunları kabul ettirmelidir.

Ne toplumsal isyanın gücünü, ne de grevdeki işçilerin ve bazı haberlere göre isyan eden yoksul köylülerin mücadele kararlılıklarını bilmiyoruz. Mübarek karşıtı küçük burjuvazinin geriye çekildiği bu ortamda, onların devam etme enerjileri var mı yok mu bilmiyoruz. Hatta bu küçük burjuvazinin bir kesimi, sadece diktatörün gitmesiyle yetinmeyip “kazandık” çığlıkları atarak kendini sınırlamayacak! Düşünmek için gerekli gayreti gösterecek. Hatta son aşamasına kadar sürdürülen sömürünün, yerli burjuvazinin ve ordunun etrafında odaklanmış çıkar çevrelerinin ve emperyalist burjuva düzenin, küçük burjuvazi için de dahil, demokratik özgürlüklere olanak tanımadığını belki de anlayabirler.

Hem her türlü liberal küçük burjuvazi, hem de ikiyüzlü bir şekilde emperyalizmin akıl hocaları tarafından kutlanmakta olan “demokratik geçiş dönemi” laflarının esas amacı, bütün siyasi muhalefeti susturup, sömürülen kitlelerin kendileri için harekete geçerek kendi sınıf çıkarları için mücadele etmelerini engellemektir.

Kendileri için mücadeleye geçen kitleler çok hızla öğrenip kendi öz çıkarlarını görebilirler. İşte ancak böyle bir ortamda, sınırsızca sevinip, Mısır’da devam eden devrimden söz edebiliriz! LO (18.02.2011)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2011  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 153 - 4 Mart 2011  Site yaşamını izle Uluslararası Gündem   ?