Sinif Mucadelesi

9 Kasım 1989 : Duvarın yıkılışı, komünizmin yıkılışı değildir

Cumartesi 26 Aralık 2009

Şu sıralarda medyada sıkçı gündeme getirilen Doğu ve Batı Berlin’i birbirinden ayıran duvarın 9 Kasım 1989’da açılması, “komünizmin yıkılması” üzerine bir yığın yorum yapılıyor.

Başbakan Angela Merkel’in iktidarda bulunan sağ CDU partisi, Berlin’de, Macaristan ve Polonya eski başbakanları Miklos Nemeth ve Tadeus Mazowiecki ile on kadar büyükelçi ve de bin sekiz yüz davetli, baba Bush, Helmut Kohl ve Gorbaçev gibi o dönemin devlet başkanlarını bir araya getiren büyük bir anma töreni düzenledi. Karşılıklı kutlamalar ve Bush’un dediği gibi “eski iş arkadaşları” arasında edilen birkaç güzel sözü, ağır hasta olan Margaret Thatcher’a ve ölen François Mitterrand’a göndermelerde bulunan konuşmalar izledi.

Öte yandan, Paris’te Concorde Meydanı’nda Sarkozy’nin UMP’li dostları tarafından paralel olarak bir kutlama örgütlendi. Berlin’den direk olarak iletilen, 795 bin avro gibi mütevazı bir miktara mal olduğu tahmin edilen ses ve ışık gösteri yapıldı.
Ancak ilgililerce düzenlenen bütün bu kutlamaların ötesinde, Berlin’de, 20 yıl önce neler oldu?

Bir sürecin sonu

9 Kasım 1989’da, Demokratik Alman Cumhuriyeti hükümeti Doğu Almanyalıların yurtdışına “izin almaksızın” çıkmalarına izin verdi. Bir kaç saat içinde binlerce Berlinliyle dolup taşan duvarın gözetleme kulelerinin bulunduğu sınır bölgelerinde herkesin geçmesine izin verildi. Yüzlerce daha sonra da binlerce Doğu Almanyalı, aylardan beri, özellikle de 1989 Mayıs ayındaki açıklamadan ve Macaristan’ın Avusturya sınırını açmasından sonra, Batı Almanya Federal Cumhuriyeti Büyükelçiliği aracılığıyla Batı Almanya’ya geçişi örgütlemişlerdi.

1961 Ağustos ayında inşa edilen, Berlin’i, 43 kilometre taş, tuğla, dikenli teller, gözetleme kuleleriyle ikiye ayıran ve geçmeye çalışanların üzerine tereddüt edilmeden ateş açılan, binlerce sınır koruyucusu ile gözetlenen duvar, Batı Almanya Federal Cumhuriyeti ile Demokratik Alman Cumhuriyeti arasında 1400 kilometrelik sınırın iğrenç göstergesiydi. Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin yöneticisi Stalinist bürokratların propagandalarına bakılırsa duvar, “göçe, örgütlenmeye, casusluğa, sabotaja, kaçakçılığa ve Batının taşra bölgelerinden saldırıya karşı” geçit vermeyen bir sur görevi oynamalıydı. Aslında bu duvarla, diktatörlükten ve Stasi’den -Doğu Almanya’nın MİT’i- kaçan veya Batı Almanya Federal Cumhuriyeti’nde daha iyi bir gelecek uman çok sayıdaki Doğulu yurttaşın, Batıya geçmek için metroya binmelerinin yeterli olduğu bir yerde, geçiş sınırlandırılmaya çalışılıyordu.

Çünkü komünist olduğunu iddia eden ve bütün dünyanın antikomünistleri tarafından da böyle sunulan Sosyalist Birlik Partisi tarafından yönetilen rejimde yaşayanların durumları parlak değildi, parlak olmaktan başka her şeydi. Demokratik Alman Cumhuriyeti’ndeki yaşam, yersiz yurtsuzlara, işsizlere seyrek olarak rastlansa da, tek düze, sıkıcı, sık sık ihbarlar ve her yerde hazır bulunan Stasi’nin tutuklamalarıyla geçiyordu. Batı, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünyanın iki bloka bölünmesinin gerçek sorumlusu olsa da, Batı Berlin vitrini aracılığıyla özlem ve düşler yayıyordu.

O dönemdeki emperyalist müttefiklerin Avrupa’da devrimci bir hareketin patlamasından duydukları kaygı ve korkuları, onlara, SSCB’nin Stalinist bürokrasisi ve bu büroksasinin yörüngesindeki Doğu Avrupa ülkelerinin yöneticileriyle birlikte polis görevini paylaşmayı kabul ettirmişti. Almanya işte bu çerçevede, 1945 yılında, işçi sınıfının bütün müdahalelerini izleyip önlemeyi hedefleyen, Yalta ve Potsdam konferansları kararlarıyla dört işgal bölgesine bölündü: ABD, İngiltere ve Fransa, Batı Almanya’yı paylaştı. Doğu ise Stalinist SSCB’nin payına düştü. 1949 yılında da Batı’daki üç bölüm, Batı Almanya Federal Cumhuriyeti adı altında birleşirken, Doğu da, Demokratik Alman Cumhuriyeti’ne dönüştü.

“Sovyet bloğu”nun kesin krizi

Bütün bunlara rağmen, “Halk demokrasileri” denilen Polonya, Macaristan, Bulgaristan, Romanya, Çekoslavakya ve Demokratik Alman Cumhuriyeti gibi Sovyetler Birliği’nin etrafında gruplaşan devletlerden oluşan ve Batıdan “demir bir perde” ile ayrılan «Doğu bloku», hareketsiz ve durağan değildi. Doğu Berlin’de Rus bürokrasisinin dayattığı rejime karşı ilk defa, 1953 yılında, bir ayaklanma patlak verdi. 1956 yılından itibaren, ölen diktatörün devamcısı olma mücadelesinin sonucu olan «Stalinsizleştirme» yani otoriter Stalin rejiminin niteliklerinden arındırma, 1956 yılında Polonya ve Macaristan devrimlerinin patlak vermesine yol açan gedikleri açtı. SSCB’nin desteğine ihtiyacı olan Demokratik Alman Cumhuriyeti yöneticileri hariç, Doğu Avrupa ülkelerinin yöneticileri, Batı Almanya Federal Cumhuriyeti’nin doğrudan uyguladığı baskı ölçüsünde, yavaş yavaş Sovyet koruyucularının etkisinden kurtulup daha bağımsız düşünmeye ve davranmaya başladılar.

Ancak bu sırada Rus bürokrasisinin bağrında bir politik kriz olgunlaşıyordu. 1985 yılında Afganistan’daki ağır bir savaşla zayıflayıp yorgun düşmüş olan, petrol ve gaz fiyatlarının düşmesiyle zarara uğrayan SSCB, 1985 yılında, Gorbaçev ile birlikte «glasnost» yani saydamlık atmosferi içinde, açıklık «perestroyka» reformlarına başladı. El altındaki uydu ülkeler, yani «halk demokrasileri» bu duruma muhalefet eden sosyal güçler kendilerini özgürce ifade ettiklerinden dolayı yüke dönüşüyordu. SSCB nüfuzunu giderek gevşetmeye, azaltmaya başladı.

Macaristan, 1989 Mayısında, aynı yılın şubat ayında Rus ordusunun Afganistan’dan çekilmesinden sonra, Moskova’nın tepkisiyle karşılaşmaksızın “demir perdeyi” kaldırdı. Polonya’da ağustosta, Solidarnos sendikası üyesi katolik Mazowiecki başbakan oldu. Binlerce insan Macaristan veya Çekoslovakya yoluyla Demokratik Alman Cumhuriyeti’nden kaçmaya devam ediyordu. Ülkedeki itirazlar, eylül ayından itibaren, özellikle muhaliflerin yazılarının görüldüğü Protestan kilisesinde daha da büyüdü. Daha sonra her pazartesi günü, özellikle Leipzig ve 4 Kasım’da da Berlin’de (katılanların sayılarının 1 milyon olduğu tahmin ediliyor) düzenlenen protesto gösterileri, on binlerce insanı bir araya getirdi.

Gorbaçev’in kendisi, 1989 Ekim ayında Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin 40’ıncı yılı kutlamaları sırasında, muhaliflere karşı silahlı müdahaleye başvurmayı reddetti. Gorbaçev, Doğu Almanya’nın yöneticisi, bürokratlar rejiminin nefret edilen sembolü Erich Honecker’in iktidardan indirilmesini engellemek için hiçbir şey yapmadı. SSCB yöneticileri tarafından açıkça yüzüstü bırakılmalarından itibaren, rejimin sonunun geldiğini gören protesto göstericileri «Wir sind das Volk», «biz halkız» diye bağırıyorlardı.

Demokratik Alman Cumhuriyeti’ndeki politik kriz ve duvarın yıkılışı, hızla, Batı Almanya Federal Cumhuriyeti’nin yönetimi altında Almanya’nın birleşmesi yolunu açıtı. Emperyalist büyük çalişkilerin sonucu olarak uzun bir süre boyunca bölünmüş olan Alman kitlelerinin birleşmesi herkes tarafından açık ve normal bir olay olarak karşılandı. Ancak ilk günler, Doğu’nun diktatörlük rejiminin düşüren ve düşler ülkesi olarak görülen Batı Almanya’ya geçiş, özgürlüğe bağlı olarak çok keyifli olsa da, bu durum yerini hızla, düş kırıklığına bıraktı.

Demokratik Alman Cumhuriyeti ekonomisi hızla çöktü. Birleşme yılı olan 1990 ve 1992 yılları arasında Doğu’daki gayri safi milli hâsıla yüzde 38 oranında düştü. Büyük sanayi işletmeleri parçalanarak dağıtıldı, binlerce şirket özelleştirildi, kapitalist verimlilik hükümdarlığı, birkaç yılda bütün ümitleri yıktı. Batı Almanya’da işsizlik oranı yüzde 8 iken, eski Doğu Almanya’nın çeşitli bölgelerinde bu oran yüzde 17’ye kadar yükselerek, ümitleri bir kaç yılda yıkıverdi. İş güvencesi, konut, eğitim ve sağlık konularında bir çeşit sosyal koruma, emekçiler arasında “serbest rekabete”, tek düze monoton bürokrasi diktatörlüğü de borsanın “demokrasisine” özgürlük alan bıraktı.

1989 Kasım ayında, Berlin duvarıyla yıkılan komünizm değildi. Tam aksine, ekonomik krizleriyle, işsizlik, yoksulluğa ve de savaşlara yol açan kapitalist topluma karşı tek çıkar yol hala komünizmdir.
LO (6.11.2009)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2009  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 138 - 11 Aralık 2009  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?