22 Haziran Cumartesi günü Paris’te yapılan miting ve LO’nun sözcüsü Jean-Pierre Mercier’in konuşması
Paris’deki Mutualité salonunda, binden fazla kişinin önünde, yoldaşlarımız Jean-Pierre Mercier ve Nathalie Arthaud Lutte Ouvrière’in aday gösterilmesinin nedenlerini güçlü bir şekilde savundular. Ayrıca işçi sınıfının ihtiyaç duyduğu devrimci partiyi inşa etme gerekliliğini de yeniden dile getirdiler, Ayrıca, bu mücadelede yer almak isteyen herkese çağrıda bulundular.
Başlangıçta aday olan bazı yoldaşlar kendilerini tanıttılar. Aulnay-sous-Bois’daki PSA fabrikasında (Peugeot’un otomobil fabrikası) grevlerden sonra işten çıkarılan bir işçi olan Agathe Martin, Hollande’ın o dönemdeki berbat yalanlarını hatırlattı. Ya da Ali Kaya, Yvelines’de, Macron’un eski Sağlık Bakanı, şimdi Yeni Halk Cephesi’nin (Nouveau Front populaire - NFP) adayı Aurélien Rousseau’ya karşı adaylığını koydu. Bir hastane hemşiresi olan Aurélie Jochaud, 17 sağlık bakanının gelip gittiğini ve hiçbirinin sağlık çalışanlarının çalışma koşullarıyla ilgilenip iyileştirmediğini gördüğünü söyledi.
Jean-Pierre Mercier : «Sol 2002 yılındaki rolünü yeniden oynuyor».
Bu NFP’nin liderleri, konu sinema olunca, ellerinden gelen herşeyi yapıyorlar : Sosyalist Olivier Faure, «eski güzel günlere dönmek için hayatı değiştiren bir sol» yarattılar dedi, zenginliği paylaştıracaklar, «uyumu yeniden inşa edecek», soldaki ateşi, umudu ve güneşi yeniden alevlendirecekler... Daha 15 gün önce hala aralarında çatışıyorlardı. Birbirlerine deli gibi hakaret ediyor, birbirlerini antisemitizmle suçluyorlardı. Şimdi ise Halk Cephesi’ni bir gecede yeniden canlandırdılar ve insanların yeniden düş görmelerini sağlamaya çalışıyorlar. Koltuğunu kaybetme korkusunun bir siyasetçiyi nasıl değiştirebildiği inanılmaz! (…)
NFP’nin temsilcileri sürekli olarak «hayatı değiştirmek» ifadesini kullanıyorlar. «Hayatı değiştirmek» Mitterrand’ın 1981 yılındaki seçim kampanyasının sloganıydı. Aramızda daha yaşlı olanlar, Mitterrand’ın seçildiği 10 Mayıs 1981 gününün milyonlarca işçi için bir şölen olduğunu hatırlayabilir. Sosyalist Parti (SP) ve Fransız Komünist Partisi (FKP) onları nihayet her şeyin değişeceğine ikna etmekte o kadar başarılı olmuştu ki, şampanya patlatıp « zaferi» kutlamak için halk oyunlarıyla dans ettiler. Bir yıl sonra, hava artık şenlik havası değildi. Kemer sıkma politikaları, ücretlerin dondurulması geri gelmişti. Hükümet, patronların çelik ve demir-çelik fabrikalarını kapatmalarına, binlerce otomobil işçisini işten çıkarmalarına yardımcı oldu.
İşsizlik ve yoksulluk patladı, öyle ki Mitterrand’ın görevdeki ilk yedi yılının en önemli sonuçlarından biri, o dönemin tabiriyle «yeni yoksul» diye adlandırılan milyonlarca insana yemek vermek için Kalp Lokantaları’nın (Restos du coeur) kurulması oldu. Çünkü 1982 yılında işsizlik yardımında reform yapan, sınırsız yardımlara son veren ve «haklarının sonuna varmış olan işsizler» kavramını yaratan birkaç yıl sonra RMI olarak adlandırılan sefil bir hayatta kalma yardımını uygulamaya koyan SP ve FKP oldu.. (...)
1997 yılında, Gauche plurielle (Çoğul Sol) olarak bilinen ve Mélenchon’un da bakan olduğu Jospin hükümeti, işçilerin iğrenmesine o kadar çok katkıda bulundu ki, görev süresi ilk kez 2002 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda sol aday yerine Le Pen’in varlığıyla sona erdi. Vilvoorde’daki Renault fabrikasının kapatılmasını ve 3 bin 100 işçinin işten çıkarılmasını ve Jospin’in «Devlet her şeyi yapamaz» diyerek buna izin vermekte haklı olduğunu itiraf etmesini hatırlayalım. FKP’li ulaştırma bakanı Jean-Claude Gayssot’un liderliğinde France Télécom ve Air France’ın özelleştirilmesini de unutmayalım (…)
Ve sonra, daha da yakınımızda, Hollande ve Valls var. «Benim düşmanım maliyedir» diyerek kendini seçtiren ve hükümeti beş yıl boyunca Medef’in (fransız tüsiadı) paspası olan Hollande, İş Kanunu’nu yok eden El-Khomri yasasından başlayarak, Ekonomi Bakanlığı’na Rothschild Bankası’ndan genç, uzun dişli bir finansçıyı, sonunda kendi yerini almak için onu ezip geçecek olan Emmanuel Macron’u yerleştirdi.(...)
Bugün sol 2002’yi tekrar oynuyor. Genel Emek Konfederasyonu (CGT) Genel Sekreteri Sophie Binet’nin bu hafta yaptığı gibi, bize «gece yarısına bir dakika» olduğunu söylüyor. Faşizmin iktidara gelmesinden bahsediyor, bunu aşırı dramatize ediyor. Tek amacı, aşırı sağın yükselişine hiçbir zaman karşı koyamadıkları gerçeğini düşünmeden (aksine onun yükselişine yardımcı bile oldular), insanların sola oy vermesini sağlamak.
Solun sorumlulukları
İşçilerin, solun kışkırtmak istediği bu paniğe kapılmamaları ve bunun yerine aşırı sağa karşı bir kale olduğunu iddia eden bu solun kim olduğunu dikkatle düşünmeleri gerekiyor.
Sol, Ulusal Cephe’nin (FN) seçimlerde yükselmeye başladığı andan itibaren, daha belirtici bir ifadeyle 1983 belediye seçimlerinde, RN’nin (Ulusal Birlik) fikirleriyle mücadele etmek yerine, onun bazı fikirlerini sahiplenerek bilinçli bir siyasi tercih yaptı.
FKP ise bu anı bile beklememişti: 1981’de Georges Marchais’nin ağzından, kelimesi kelimesine aktarıyorum: «Alarm seviyesine ulaşıldı, yasadışı ve resmi göçü durdurmalıyız» diye iğrenç bir propaganda yaymaya başlamıştı !
1991 de yine bir FKP bildirisi şöyle diyordu: «Göç bugün gerçek bir sorun haline mi geldi? Cevabımız EVET. (...) İnsanların huzur ve sakinliğine, Fransız geleneklerine ve yaşam tarzına - Fransa’da olduğumuz için - ve birlikte yaşama hak ve görevlerine saygı, herkes için geçerli olan ve hiçbir istisnaya izin vermeyen bir gerekliliktir».
Sosyalistlere gelince, 1982’de "kemer sıkma" politikasını uygulamaya koyup ücretleri dondurduktan sonra yabancı düşmanlığının yükselişine katkıda bulunmaya başladılar. Ve bunlar aptalca küçük ifadeler değildi: işçilerin hayal kırıklığını saptırmak için tasarlanmış bir politikaydı.
Sosyalist Başbakan Pierre Mauroy, 1982-1983 yıllarında otomobil sanayinde çoğunlukla Mağrip’ten gelen işçilerin ücretler konusunda gerçekleştirdiği bir dizi greve atıfta bulunarak şunları söyledi: «Geriye kalan başlıca zorluklar, kararlarını Fransız toplumsal gerçekleriyle pek ilgisi olmayan kriterlere dayandıran dini ve siyasi gruplar tarafından kışkırtılan göçmen işçilerden kaynaklanmaktadır (...)». Sosyalist İçişleri Bakanı Gaston Deferre de aynı şeyi yaptı ve grevin «ayetullahlar tarafından» uzaktan kontrol edildiğini » söyledi...(...)
1991 yılında Sosyalist Başbakan Edith Cresson, belgesiz göçmenleri zorla ülkelerine geri gönderen uçakları tanımlamak için o zamanlar moda olan «charter» teriminin kullanılması konusunda şaka yapmaya cüret etti: «Charter’lar insanların daha düşük fiyatlarla tatile gitmesidir. Bu tamamen ücretsiz olacak ve tatil olmayacak.»
Dolayısıyla bu sözde «solcuların» gelip ahlak dersi vermelerine ve mevcut siyasi durum hakkında dehşete düşmüş aptalı oynamalarına izin verilmesin. Onlar, birincisi, işçi sınıfının moralinin bozulmasına ve yönünü şaşırmasına yol açan politikalara sahip oldukları için, ikincisi de ırkçılık ve yabancı düşmanlığı zehrinin işçiler arasında yayılmasına doğrudan katkıda bulundukları için iki kat sorumlular !
(22.06.24)