Sinif Mucadelesi

Kıbrıs sorunu ve kalıcı çözüm!

Cuma 3 Mart 2017

Son aylarda, yıllardan beri kalıcı bir çözüm aranan ve “kalıcı çözüm geliyor” havaları eşliğinde yapılan Kıbrıs görüşmeleri, bir bardak suda fırtına koparılarak durduruldu. 23 Şubat’ta yapılması kararlaştırılan liderler görüşmesi iptal edildiği gibi iki taraf yeniden birbirini suçlamaya başladı.

Tarihi bir hatırlatma

Kıbrıs 1571’de Osmanlı topraklarına katıldı ve Türk kökenli nüfus Kıbrıs’a bu tarihten sonra yerleşti. Çöküş dönemine geçen Osmanlı, 1878’de Kıbrıs’ı, 92 bin Sterlin karşılığında İngiliz İmparatorluğuna kiraladı. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İngiltere karşıtı cephede ve Almanya saflarında yer aldığı için İngiltere Kıbrıs’ı ilhak etti ve Kıbrıs 1960’a kadar bir İngiliz sömürgesi olarak kaldı.

1923’te Lozan Antlaşması ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs’ın bir “İngiliz adası” olduğunu kabul ederek, adaya ilk elçisini de göndererek resmi olarak “tanıdı.”

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşu

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra birçok sömürge ülkede kurtuluş savaşları, özellikle İngiliz İmparatorluğu’na karşı, başladı. İşte bu ortamda Kıbrıs’ta nüfusun %70’inden fazlasını oluşturan Rum halkı, ENOSİS (Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama) adı altında bir kurtuluş mücadelesi başlattı.

Kıbrıslı Rumların 1955’te hızlandırdığı silahlı harekete karşı “böl ve yönet” siyasetini uygulayan İngiltere, Türk gençlerinden oluşturduğu “yardımcı polis” güçlerini Rumlara karşı kullandı. Ancak tüm bunlara rağmen Türk ve Rum halkı arasında arzu edilen “uçurum” yaratılamadı. (Bu konuda 1948’de Rum ve Türk maden işçilerinin Lefke’deki bakır madenlerinde birlikte gerçekleştirdikleri grevi konu alan bir belgesel vardır.)

İngiltere 1960’da Türkiye ve Yunanistan’ı da devreye sokarak, Kıbrıs’ta Rumlar ve Türklerden oluşan bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasını kabul etti. Karşılığında üç tane askeri üs şartını dayattı. Hatta bu askeri üslerin biri olan Ağrotur üssünde nükleer silahların da konumlandığı söyleniyor. İngiliz askeri üsleri, bugün de varlığını devam ettiriyor!

Kıbrıs Cumhuriyeti sadece Aralık 1963’e kadar sürdü ve başlatılan iç savaş nedeniyle ada, Türk bölgeleri ve Rum bölgeleri olarak ikiye bölündü ve bu durum, Temmuz 1974’e kadar sürdü.

1974 Yunan askeri darbe girişimi ve Türkiye’nin askeri müdahalesi

1974’de, 1967’den beri Yunanistan’da iktidarda bulunan askeri cunta, ülkede iyice sıkışmıştı ve iktidar süresini uzatabilmek için bir “zafere” ihtiyacı vardı! İşte askeri yönetim bu nedenle arasının iyi olmadiği Rum kesimi başkanı Makarios’a karşı, general Grivas yönetiminde bir askeri darbe girişiminde bulundu.

Ancak darbe başarılı olamadı ve üstelik Makarios, kendisini destekleyen polis güçlerini ağır silahlarla donattığı ve ilişkilerinin iyi olduğu Stalinist AKEL partisi (göreceli olarak en güçlü Stalinist partidir) kadrolarına silah dağıttığı için iktidar fiilen AKEL’in eline geçebilirdi. AKEL, Küba’da Castro’nun yaptığı gibi Sovyetler Birliği’ne yakınlaşabilirdi. İşte oluşan bu büyük tehlike karşısında ABD, hemen NATO’daki “müttefiki” Türkiye’nin “yavru vatandaki” Kıbrıs Türklerini kurtarmak için askeri bir müdahale yapmasına izin verdi!

Oysa aynı ABD, dönemin Başkanı İsmet İnönü 1964’de adaya müdahale için donanmayı harekete geçirdiğinde hemen tehdit etmiş, geri adım atılmazsa NATO güçlerinin devreye gireceğini belirtmişti. İnönü de dönemin ABD Başkanı Johnson’a o meşhur “mektubunu” göndermişti.

Türkiye’nin 1974 Askeri Harekatından sonra Kıbrıs, oluşturulan bir “Yeşil Hat” ile ikiye bölündü ve iki tarafın sınırları, 2003’e kadar tamamen kapalı kaldı. 2003’den sonra açılan kapılar, iki yabancı ülke uygulaması gördü. Kapılar açılınca, aradan bunca yıl geçmesine rağmen hem Rum hem Türk halkı, temel bir sorunlarının olmadığını fiilen gördü. Ancak ne Kıbrıs’taki iki tarafın liderleri, ne garantör devletler olan İngiltere, Türkiye ve Yunanistan, adanın yeniden birleşip iki tarafın barış içinde yaşamasını gündeme getirdi…

Ta ki Nobel isimli bir ABD enerji tröstünün, Kıbrıs’ın güney sahillerinde denizin derinliklerinde çok büyük miktarda doğal gaz bulunduğunu açıklaması ve gazı işletmeye aday olup yetki almasına kadar… Kıbrıs Rum kaynaklı basına göre denizin derinliklerindeki bu doğal gazın varlığı 1956 yılında ABD jeologları tarafından tespit edilmişti.

“Kalıcı Çözüm” süreci…

Kıbrıs Rum tarafı, resmi hükümet vasfıyla Avrupa Birliği’ne üyelik için başvurmuştı ve ada birleşmeden bunun mümkün olmayacağı cevabını almıştı. Ancak birkaç yıl sonra Avrupa Birliği’nin çıkarları gereği Kıbrıs Rum tarafı, tek başına resmi hükümet olarak üye sıfatıyla Avrupa Birliği’ne katıldı!

Bu arada doğal gaz sondaj çalışmaları hızlandı; çok miktarda doğal gazın bulunduğu doğrulandı ve gazı çıkarıp Avrupa pazarına ulaştırma çalışmaları başladı. Ancak doğal gazın Avrupa pazarına (çünkü başka potansiyel, yani satın alma gücü olan pazar yok!) iletilmesi için hem Kıbrıs’ta kalıcı bir çözüm, hem Türkiye ile anlaşmak gerekli. Çünkü gaz en ucuz ve en güvenilir şekilde Avrupa pazarına ancak Türkiye üzerinden boru hattı ile taşınabilir.

Annan Planı ve sonrası

ABD, üç garantör ülke ve Kıbrıs temsilcileri arasında yer almamasına rağmen ağırlığını koyarak sorunu Birleşmiş Milletler’e taşıdı. Bu çerçevede Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi için o dönemin Birleşmiş Milletler genel sekreterin ismini taşıyan Annan Planı 2004’te hazırlandı. Bu planın uygulanması için her iki toplumda referandumla onaylanması gerekiyordu.

Referandumdan önce her iki tarafta yapılan genel seçimlerde; Rum tarafında güçlü Stalinist parti AKEL’in, Türk tarafında güçlü Stalinist parti CTP’nin (Cumhuriyetçi Türk Partisi) seçimleri kazanmaları için büyük güçler, gerekeni yaptı. Çünkü bu iki partinin adayı birleştirme olanakları daha yüksek görülüyordu.

Sonuçta 4 Nisan 2004’te yapılan Annan Planı referandumunda Türk tarafında %64.91 evet oyu çıkmasına karşın Rum tarafında %75 hayır oyu çıktı ve böylece hedeflenen birleşme olmadı. Rum tarafında hayır oyunun çıkmasının temel nedeni, Avrupa Birliği’nin sözde birleşme yanlısı görünmesine rağmen gerçekte birleşmeden yana olmamasıdır. Çünkü Annan Planı çerçevesinde birleşme olursa, Türkiye’nin KKTC (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) üzerindeki hakimiyeti sonucu, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ni istismar edebileceği kaygısı vardı ve hala var.

2004’deki Annan Planı’nın başarısızlığından sonra görüşmeler yeniden başladı. Bu defa görüşmeler, Türk tarafını temsilen CTP başkanı Mehmet Ali Talat ile Rum tarafını temsilen AKEL başkanı D. Hristofyas arasında oldu. Eylül 2008-Ocak 2010 süresinde iki lider arasında 60 görüşme yapılmış olmasına rağmen bir anlaşmaya varılamadı.

Sonraki yıllarda büyük güçler “olanaklarını” kullanarak bu defa Türk tarafında anlaşma yanlısı sosyal demokrat Mustafa Akıncı’nın, Rum tarafında ise çözüm yanlısı sosyal demokrat Anastasiyadis’in seçilmesini başardılar! Ardından, özellikle son aylarda, Kıbrıs sorununda “kalıcı çözüm” için yoğun görüşmeler yapıldı. “Önemli ilerlemenin” olduğundan söz edildi ve hatta Ocak 2017’de üç garantör ülke ve Kıbrıs’taki iki taraf, Cenevre’de kesin çözüm için bir araya geldi.

Kesin çözüm çok yakın görünmesine rağmen Şubattaki Kıbrıs Türk ve Rum tarafındaki ENOSİS ve 40 bin Türk askerinin adadan çekilmesi sorunları ön plana çıkarılıp görüşmeler yeniden durdu. Elbette esas sorun bu değil; esas sorun Avrupa Birliği’nin yine bu şartlarda çözümden yana olmaması ve bunun için ekonomik açıdan sıkışmış olan Yunanistan’ı kullanması. Bundan yararlananan AKP hükümeti de işleri yokuşa sürüyor.

ABD, tröstlerinin çıkarları gereği, şimdilik açıkça tehditlere başlamasa da, yeniden baskı yapıp görüşmeleri garantör ülkelerin de katılımıyla 13 Mart’tan sonra başlatmayı dayatacağından söz ediliyor. Kısacası Nobel tröstü, doğal gazı pazara sürmeye hazır hale gelince, gereken baskı ve tehditle, bir çözümün uygulanma olasılığı artacak. Ancak bu çözüm, Kıbrıs’taki Türk ve Rum kitleleri için olmayacak!

Kıbrıs’ta hem Rum hem Türk kitleleri gerçekten adaletli bir düzen temelinde birlikte yaşamaktan yana. Ancak kapitalist sömürü düzeni sahiplerinin isteği bu değil. Kıbrıs’ta iki halkın kardeşçe birlikte yaşayabileceği tek çözüm Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan’da emekçilerin iktidarıyla mümkün. (24. 02.2017)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2017  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 225 - 3 Mart 2017  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?