Ana sayfa > Arşiv > Arşiv 2016 > Sınıf Mücadelesi Sayı : 221 - 4 Kasım 2016 > Sınıf Mücadelesi’nin Sözü
Nurjuvazi ve siyaset III
Gülen tarikatı
Fethullah Gülen’le 45 yıl yol arkadaşlığı yapan Latif Erdoğan, onun CIA ve Mossad’ın adamı olduğunu yazdı. Erdoğan, Gülen’in bizzat kendi anlatımından yaşam öyküsünü yazdı; iki kez. İlkinde övgü ve hayranlık doluydu, ikincisi tahmin edeceğiniz gibi; “Şeytanın Gülen Yüzü” adını verdi.
Gülen, Erzurum’in bir köyünde doğdu, okula gitmedi, dışarıdan sınavla ilkokul mezunu oldu, sadece dini eğitim aldı. L. Erdoğan, babası da eğitimsiz bir imam olan Gülen’in dini eğitim için gittiği tarikattaki öğretmenini “Atatürk’e hakaret etti” diyerek jandarmaya şikayet etmesi nedeniyle buradan ayrılmak zorunda kaldığını anlatıyor. Böylece, ona göre Gülen’in derin devletle bağlantıya geçişi başlıyor.
Gülen, askerliğini yaptığı 1960’lı yılların sonlarında, hastalık izniyle 2 ay gelip 4 ay kaldığı Erzurum’da, camilerde vaaz verir (dini konuşma), “Komünizmle Mücadele” derneğini kurar. Dönüşünde, birliğine teslim olmaz, yasak olmasına rağmen asker olduğu halde İskenderun’da da bir hafta camilerde vaaz verir. Sonunda Atatürk’e hakaret ettiği için gözaltına alınır. Ve Ankara’dan Genelkurmay resmi bir yazı ile devreye girer, serbest bırakılır.
Komünizmle Mücadele Dernekleri, bilindiği gibi NATO tarafından, o dönemde tüm üye ülkelerde kurulan, ABD tarafından finanse edilen, paramiliter örgütlerin görünür yüzüydü.
Gülen daha sonra İzmir’e gidecek, din adamı görüntüsüyle yatılı Kuran Kursu, öğrenci yurdu ve sonra da üniversite sınavı hazırlık kursları açacak, tüm ülkeye yayacaktır. Ancak burada söz edilmesi gereken bir çalışması daha var. O da yine İzmir’de, 12 Eylül askeri darbe döneminde bile açık kalan, dini eğitim adı altındaki kamp. Bu kamp, polis kayıtlarında ABD ve MOSSAD işbirliğiyle desteklenen sola ve devrimcilere karşı milis gücün yetiştirildiği bir yer olarak geçiyor.
Bu nedenle cumhurbaşkanı Erdoğan, Öcalan’ın ABD tarafından Türkiye’ye teslimiyle aynı döneme rastlayan Gülen’in ABD’ye gidişine; “Öcalan’ı veren üst akıl Gülen’i aldı” diyor. Erdoğan’ın, Gülen’in ABD’nin adamı olduğunu düşündüğü, darbenin arkasında ABD’nin desteğinin olduğuna inandığı kesin!
Gülen, Nurculuk tarikatının kurucusuyla bağlantıya geçmeme nedenin, Said-i Nursi’nin Kürt olmasıyla açıklar; Kürt düşmanlığı sonraki siyasetlerinde de açıkça görülüyor. Ancak ilk başlarda Said’in görüşlerini yorumladığını iddia ediyordu. Sonraları, bunu da aşarak Hıristiyanlıktaki İsa’nın dönüşüne benzer bir görüş olan 14’üncü imam (İslam’da sadece erkeklere ait din adamı) olduğunu ima etmeye yöneldi.
Önce yoksul ama başarılı öğrencileri ücretsiz yurtlarında ve okullarında yer vererek daha iyi eğitim yoluyla tarikatına bağlıyor, sonra da onları okullarında veya devlet kademelerinde işe yerleştiriyordu.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, özellikle Türk kökenli olduğu iddia edilen halkların yaşadığı bölgelere okullar açıldı. Bu siyasetin de, Gülen’in buluşu değil, ABD’nin bölgeye giriş planın bir parçası olduğu söyleniyor, bugün. Ardından Afrika ve Uzakdoğuya. Bu okullar, Türkçe ve İngilizce eğitim veriyor, hem yerel elitlerin hem buralarda yaşamak zorunda olan Türk görevlilerin hem de iş kurmuş olan patronların çocuklarını okutuyordu. 1990’larda Özal, 2000’lerde Erdoğan, patronlara iş bağlamak için bu ülkelere gittiklerinde, onları, Gülen’in okullarında okumuş yetkili ve etkili kişiler karşıladı, olanaklar verdi, iş bağlantıları yapmalarına yardımcı oldu. İşte o zaman Gülen tarikatı, devlet katında ayrıcalıklı bir konuma geldi. Aynı zamanda patronlar arasında da. Milyonlarca dolarlık iş bağlayan birçok patron, tarikata “himmet” adı altında birkaç yüz bin vermekten geri durmadı.
AKP’nin ordu üzerinden Kemalist büyük burjuvazi tarafından sıkıştırıldığı, tehdit edildiği, nurjuvazinin devlette aldığı askeri ihaleleri, özelleştirmeleri elinden kaybetme riskinin göründüğü dönemde, Gülen’in yetiştirdikleri, hem AKP hem de nurjuvazi için çok işler becerdi.
“Ergenekon” terör örgütü icat edilerek, generaller geriletildi, özelleştirmelere itiraz davaları, üst yargı kurumlarına yerleştirilen yargıçlar eliyle iptal edildi, medya kampanyaları örgütlendi. İşte bu ortamda Erdoğan, çevresindekiler aracılığıyla açıkça Gülen’le bağlantı kurdu.
Gülen tarikatının uzun yıllardır düzenlediği “Türkçe Olimpiyatı” devlet katına yükseldi. Kongo, Dağıstan, Ukrayna gibi ülke çocuklarının Türkçe şarkı ve folklor gösterisi yapması, İslama hiç uymasa da, Erdoğan’ın o zamanki ihtiyaçlarına uygundu. Erdoğan, bu yarışmalara giderek, hatta “gavur” (dinsiz anlamında argo kelime) dediği, Gülen’in ilk kursları açtığı İzmir’de de düzenleterek, konuşmalar yaptı, Gülen’e methiyeler düzdü.
Böylece tarikatçı olmayan patronlar bile Erdoğan’dan avanta koparabilmek, devlet ihalesi alabilmek için Gülen’e yanaştılar. Bunun sonucunda Gülen daha etkili hale geldi ve döngü devam etti.
Erdoğan Gülen’i haziran 2012’de Türkiye’ye dönmeye çağırdığında amacı onu denetim altına almaktı. Çünkü Erdoğan, kendisinden güçlü hiç kimseyi istemez. Gülen’in çağırının gerçek amacını çok iyi anladığını şimdi görebiliyoruz. Nitekim iki yıl sonra Erdoğan, mart 2014’te Türkçe Olimpiyatlarının Türkiye’de yapılmasının yasaklandığını açıklayacaktı.
Nurjuvazinin iç kavgası iktidar kavgasına dönüştü
Elbette Gülen tarikatıyla ipler, bir çok bağlantı olduğu için adım adım koptu. Açıklanan ilk gerginlik, Nijerya’da özelleştirilen bir rafinerinin hangi patrona verileceğine ilişkindi. Erdoğan, “din adamının rafineriyle ne işi var” sözlerini basına yazdırdı.
Erdoğan, rant dağıtma işinde tek merkez olduğunu, bir kez daha ilan ediyordu. Patronlara açıkça, Gülen’e değil, kendisine gelmesini söylüyordu.
Suriye siyasetinde gerginlik daha da arttı. Çünkü Erdoğan, birçok patrona, Suriye’de iş bağlamıştı. Esad’ı özelleştirme yapmaya ikna etmiş, sadece bir patron 4 çimento fabrikası birden almıştı. Türk patronlar, en çok Suriye’de para kaybetti; en çok da nurjuvazi.
2008 dünya krizi, başlarında Türkiye’ye olumlu yansıdı ama Arap Baharı denilen isyan dalgası her şeyi berbat etti. Üstelik Erdoğan’ın, Libya, Mısır ve Suriye’de izlediği iktidar karşıtı siyaset, patronları daha da zora soktu. Bugün tüm suçu sırtına yüklenen, dönemin dış işleri bakanı, ancak bir yıl başbakanlık yapabilen Davutoğlu, “Yeni Osmanlıcılık” siyasetini, her ne demekse “Değerli yalnızlık” siyasetine dönüştürmek zorunda kaldı. Türkiye, Suriye, Irak, İran, Mısır, Libya, İsrail, kısaca ayaklanmalar sonrası, ABD ve Batının desteğiyle iyi kötü kurulan tüm iktidarlar da dahi olmak üzere etrafındaki devletlerin yönetimleriyle ilişkilerini bozdu. Libya’dan uçaklar yetmeyince gemiler gönderilip binlerce çalışan Türkiye’ye getirildi. Patronlar, mısır’da da canlarını kurtarmak için Suriye’deki gibi her şeylerini bıraktılar. Binlerce işçi, çalışmasının karşılığını alamadı, işsiz kaldı. Patronlar, çok para kaybetti.
Gülen ise her şeyden önce ABD ve İsrail çizgisine sadıktı. Erdoğan’ı, Filistin’de Hamas’ı, Mısır’da Mursi’yi desteklediği için eleştirdi.
Gülen’in ABD dışına çıktığı tek siyaseti, “Çözüm sürecine” karşı çıkmasıdır. Gülen tarikatının Kürt düşmanlığı, açıkça biliniyor.
Sonunda kriz 2010’da, ekonomideki en ani ve derin düşüşe neden oldu. Toparlanma hızlı ama yetersizdi. Nurjuvazi, ülke dışında kaybettiğinin karşılığını istemek için Erdoğan’ı sıkıştırmaya başladı. Erdoğan, onları teskin etmeye çalıştı, kendi tuttuğu tarafların kazacağını, desteklerini sürdürürlerse kazançlı çıkacaklarını söyledi. Bu arada da ülke içinde inşaat işleri, madencilik işleri, arkası gelmeyen , “yerli araba üretimi” gibi boş projelerle para dağıtmaya devam etti. 2104’e gelindiğinde Erdoğan, sadece kendisini sonuna kadar destekleyen patronlarla devam etmeye karar verdi.
İşte o zaman nurjuvazi içindeki kavga siyasette, bürokraside, orduda görünür oldu.
Erdoğan açıkça patronlardan Gülen ile olan ilişkilerini koparmalarını, ona yaptıkları ödemeleri durdurmalarını istedi. Çoğunluğu buna uydu. Ancak tarikat üzerinden palazlananların bunu yapması belki de çok zordu. Gülen karşı hamle yaptı; Gülenci patronlar MÜSİAD’tan ayrılıp TUSKON’u kurdular, işçi ve memurlar içinde ayrı sendikalar oluşturuldu. Savaşın iki cephesi netleşti.
Bunlardan biri olan ve bugün el konan, Türkiye’nin en büyük mobilya üreticisi Boydak Holding bir örnek. Geçen sözleşme döneminde işçilere ücret zammı için kılını kıpırdatmayan İslamcı sendika Hak-İş, patronun Gülen tarikatına ait olan Bank Asya ile bağlarını koparmaya zorlamak için işçilere Kayseri’de yürüyüş yaptırmıştı. Patron sıfır zammı %7’ye çıkarıp, işçilerin sırtından kazandığı kârı, hükümetin batırmaya uğraştığı Bank Asya’ya para akıtmaya devam etti. Şimdi Boydaklar hapiste yargılanmayı bekliyor.
Her şeyini kaybeden Gülenci şirketlerden biri de büyük bir denim (kot kumaşı) üreticisi olan Eroğlu Holding. Patron, 2003’te ücretlerine zam istemek için işi bırakıp yürüyüş yapan Colin’s Loft marka pantolonların üretildiği fabrikasındaki tüm işçilerini işten attığı için Esenyurt işçileri tarafından çok iyi biliniyor. Sendikasız, iş güvenliğinin olmadığı, uzun saatler boyunca çalışan işçilerin sırtından edindiği kârından, devlete vergi ödemeyen ama tarikata “himmet” ödeyen bu patron da gözden düştü.
Bu patronlar, “islamı” kullanıp, Gülen’i dilinden düşürmeyip yüksek kazançlarına rağmen işçilerine sıfır zammı, ücretsiz fazla mesaiyi, en ilkel çalışma koşullarını, güvencesiz çalışmayı ve mutlak boyun eğmeyi dayatanlar. İşçi sınıfı onları çok iyi bildiği için devlet üstlerine geldiğinde hiç de karşı çıkmadı.
Erdoğan açıkça; “ben verdim, ben alırım” diyor. İşte tarikat sermayesi; devletle her zaman iç içeydi!
Sonuç
Medyada, en yüksek tirajlı hale getirilen Zaman gazetesine tanınan ayrıcalıklar, devlet olanaklarının tarikat sermayesi için nasıl kullanıldığına örnek. Güçlenince devleten pay, siyastten yer istemeleriyle başlayan çıkar kavgasının bedelini, ağır baskı yasaları ve uygulamalarıyla tüm emekçiler, Kürt halkı ödüyor. “Kandırıldık” bahanesine sığınan siyasetçiler, hala yerli yerinde. AKP de “yandaş” kayırma siyasetinden vazgeçmedi.
Bu düzen işte böyle gerici, çıkarcı ilişkiler, darbeler, çalkantılar, işbilmez hükümetler, baskılar üretiyor. Sorun sadece tarikatlarda, AKP’de de değil, her yönüyle sömürü düzeninde. İşte bu nedenle bu ortamı yaratan, besleyen sömürü düzenine karşıyız. (30.10.16)