Ekonomi gerçekten iyi mi?
Bankalar Birliği Risk Merkezi verilerine göre, yılın ilk beş ayında bireysel kredi ve kredi kartı borçlarını, taksitlerini ödemeyenler 618 bin kişiyi aştı. Ödenmeyen senet sayısı ise 1 milyonu geçti.
Ekonomik rakamlar, emekçiler için durumun hiç iyi olmadığını anlatıyor. Buna rağmen borçlanma yoluyla aileler ayakta durmaya çalışıyor. Artan borçlanma rakamları bunu doğruluyor.
Daha fazla borçlanamayan ve borçlarını ödeyemeyen ailelerde gerçek dramlar yaşanıyor. Örneğin son yıllarda patlayan intiharlar bunu anlatıyor. Resmi rakamlara göre; geçen yıl, %73’ü erkek, %27’si kadın olmak üzere, 3.189 kişi intihar etti. Normalde kadın intiharlarının daha yüksek olması gerekirken, tersinin olması, nedenlerin bireysel olmadığını anlatıyor. Hafta başında Boğaziçi köprüsünde son intihar yaşandı. İntiharı güya önlemesi gereken polisin, dalga çeker gibi fotoğraf çekmesi, devlet katında, ekonomik durumun neden olduğu sosyal sorunlara nasıl ilgisiz kalındığını gösterdi.
Ailelerin, borç bunalımı ve yaşam düzeylerinin düşüşünün bir sonucu da, çocuklara ve kadınlara yönelik şiddetin artışı, uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması şeklinde kendini gösteriyor.
Buna karşın ekonomideki bozulmanın etkisinin hissedilmesini azaltan etkenlerden biri de artan sosyal yardımlar. Sosyal yardım miktarı, son on yılda 15 kat arttı. Toplam 3 milyon 96 bini aşkın aile sağlıktan eğitime, konuttan maaşa kadar, bir çok biçimde devlet ve belediye bütçesinden sosyal yardım alıyor. Bu yardımlar, aileleri siyasi düzene iktidar partisine bağımlı kılarken, kötü yaşamlarına karşı tepki göstermesini de önlüyor. Trafik kazasında bile ölen her devlet çalışanının “şehit” ilan edilmesi, bu nedenle.
Biraz daha şanslı olup işi olanlar için bile yaşam düzeyi fazla yükselemiyor. Özellikle ev satın alınmasının özendirilmesi, cep telefonu ve bilgisayarın yaygınlaştırılması gibi yollarla, ailelerin gelirlerinin önemli bir kısmı, yine patronların kasalarına dönüyor.
Elbette asgari ücret ve civarında ücretle çalışan işçiler ve yardımla ayakta duran aileler için durum daha da zor. En yoksullar, gelirlerinin üçte birini gıdaya, diğerini kiraya, kalanını da tüm diğer masraflara yettirmeye uğraşıyor.
Türk-İş’in son hesaplamalarına göre asgari ücret sadece 19 günlük harcamaya yetiyor. Hesabı abartılı kabul etsek bile işçi ailelerinin ağırlıklı kesiminin, patronların yararlandığı ekonomik büyümeden, patronlar gibi yararlanmadığı kesin.
Sanayi üretiminin tüm gelirdeki payının %18’den %15’e düşüşü, ekonomik büyümenin çarpık bir şekilde olduğunu gösteriyor. Buna rağmen Türkiye ekonomik açıdan 16’ncı sırada ama “insani gelişmişlik” açısından, son iki yıldır 69’uncu sırada.
“İnsani gelişmişlik” ortalama ömür, eğitim, sağlık olanaklarından yararlanma düzeyini ölçüyor. İki düzey arasındaki büyük fark, olanak bulunmasına rağmen, kitlelerin olanaklardan yararlanamadığını gösteriyor. Örneğin Türkiye’de zorunlu eğitim 12 yıl olmasına rağmen, gerçekleşen ortalama eğitim süresi 7 yıl.
Benzer şekilde kişi başına gelir, 10 bin doların üzerinde deniyor ama şu veya bu şekilde çalışıp ayda 120 liradan az kazanan 3 milyonu aşkın insan var. Bu aşırı farklılıklar, sadece ekonominin kötü yönetiminden değil, asıl olarak bugünkü ekonomik düzenin kendisinden kaynaklanıyor.
Tüm bunlara rağmen siyasi ve ekonomik düzen kitlelerin desteğini alıyor: Daha güçlü ülke, güçlü ekonomi, dünyada söz sahibi olma…Tüm bunlara dini gericilik ve milliyetçilik de eklenince ekonomideki çıkmaz ve kötü gidişat şimdilik çok fazla göze batmıyor. Her “kötü söz” sahibi Türkiye ekonomisine zarar vermek isteyen, din düşmanı ve vatan haini şeklinde yaftalanıyor.
Yarın her şey daha kötü olmadan emekçilerin bu saçma gidişata dur demesi gerekiyor. Emekçileri ikna etme görevi ise bizlerin omuzlarında. Yeni, eşit ve adil toplumu yaratmanın başka yolu yok. (04.09.14)