Sinif Mucadelesi

Erdoğan Kürt sorununu, Kürt halkının taleplerini karşılamadan çözmek istiyor

Pazar 13 Nisan 2014

Erdoğan hükümeti, Kürdistan’daki savaşa son verecek ve Kürt sorununa çözüm yolunu açacak bir düzenleme yolunda mı?

Çözüm süreci, MİT başkanının, PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ı, görmeye gittiği öğrenildiğinde, yani 2012 yılının Aralık ayında, kamuoyuna açılmış oldu. Daha sonra, Kürt milletvekillerinden oluşan bir heyet, Öcalan ile yapılması gereken barış süreci müzakerelerini tartıştılar.

Başbakan, işi, Kürtlerin ve Türklerin kardeş olduklarını, kendisinin milliyetçi ifadeleri ezip geçmeye hazır olduğunu ve Arap kökenli bir eşinin olmasından gurur duyduğunu belirten açıklamalar yapmaya kadar götürdü. Burjuva politikacılar, eğer şartlar gerektirirse, ideolojik sorunların üzerinden atlayıp geçmeyi kesinlikle iyi biliyorlar...

Gezi Parkı protesto gösterileri sırasında, Kürt örgütleri ihtiyatlı davrandı. Türkiye’nin genç Kürtleri kitlesel olarak protesto hareketine katılırken, Barış ve Demokrasi Partisi’nin yöneticileri hareketi açıkça desteklemekten kaçındı. Tam da müzakere ve tartışma içindeyken, Erdoğan’ı rahatsız etmek istemediler.

Aslında, Türk büyük burjuvazisi uzun bir zamandan beri Kürdistan sorununun çözülmesini istiyor.

Art arda gelen hükümetler bir çözüm bulmak için birçok girişimde bulundu. PKK da 1993, 1995 ve 1998 yıllarında tek taraflı ateşkes ilan etti. Bu ise, askeri yenilginin itirafı gibi görünebilecek her şeye düşmanca yaklaşan, ordu zirvesinin uzlaşmazlığıyla karşılaştı. Büyük burjuvazi, yine 2010 yılının başında, Kürt halkına karşı yürütülen ve 25 yıldır süren, 300 milyar dolara ve 45 bin kişinin ölmesine yol açan bu savaşın sonuç olarak hiçbir çözüm getirmediğini belirterek, generalleri, orduyu ve devlet aygıtının bir bölümünü açıkça eleştirmişti.

Erdoğan’ın hükümeti tarafından Kürtlere verilen tavizler kaplumbağa hızıyla ilerliyor. Hükümet, Türkiye’de sadece tek bir millet, Türk milleti ve tek bir dil olarak da Türk dili olduğunu kabul eden Kemalist dogmanın aksine, Kürtlerin medya dahil olmak üzere her yerde, hatta kısa bir zaman önceden beri mahkemelerde bile kendi dilinde konuşma hakkını tanıdı. Türk devleti, Kürtçe yayın yapan bir televizyon kanalı kurdu. Ama ordunun ve devlet aygıtının büyük bir kısmının muhalefeti kendini hissettirmeye devam etti ve Erdoğan, Türk milliyetçilerini ve Kürtlere karşı olan kesimleri yücelten açıklamalar yapmakta pek de cimri davranmadı. Şu anda Türkler ve Kürtler arasındaki kardeşlikten söz eden Erdoğan, bundan birkaç ay öncesine kadar Öcalan’ı asmak ve BDP’li milletvekillerini tutuklamaktan söz etmekte tereddüt etmiyordu.

Bazılarına göre, bu yeni “barış sürecinin” ardında, sadece Türk patronları değil, aynı zamanda ABD de bulunuyordu. Amerikalı yöneticiler, Kürt milliyetçi hareketlerinin etkisiyle hala hareketli olan bu bölgede, ekonomik ve politik açıdan istikrarlı bir bölge oluşturmak için bugün petrol işletmelerinin etkisiyle refah içinde olan Irak Kürdistanına dayanmayı istiyorlardı. Proje, Irak Kürtlerinin, Türkiye ve Suriye’nin milliyetçi Kürtlerinin özerk rejimleriyle ortaklık içindeki, yerel olarak Türk devleti tarafından denetlenip yönetilecek, bir çeşit federasyonun oluşturulmasını içeriyor.

90 yıllık “Kürt sorunu”

PKK ile Erdoğan hükümeti arasında gerçekten bir uzlaşmanın var olup olmadığı, ileride görülecek. Geriye sadece, böylesi bir uzlaşmanın, Türk devletinin kurulmasından bu yana geçen 90 yıldan beri var olan “Kürt sorunu” olarak adlandırılan bu soruna ne ölçüde çözüm getirebileceği sorusunu sormak kalıyor.

O zamanki rejimin Kürt sorunu konusundaki resmi görüşü, Mustafa Kemal’in o dönemdeki başbakanı İsmet Paşa’nın (İsmet İnönü) ağzından “Bu ülkede, sadece Türk milleti, ırksal ve etnik hakları talep etme hakkına sahiptir. Diğer hiçbir unsur bu hakka sahip değildir” biçiminde ifade ediliyordu. O dönemden itibaren de, Anadolu’nun doğusunda yaşayanlar, Kürt olarak değil, “dağda yaşayan Türkler” olarak nitelendirildiler.

Bir uzlaşmanın hangi somut temellere oturabileceği, ama aynı zamanda da engellerin neler olabileceği görülüyor. Bütün bunlar, hiçbir biçimde PKK’nın doğasında bulunmuyor. Adı, Kürdistan İşçi Partisi olmasına rağmen bu partinin, her şeyden önce, uzun zamandan beri Kürt küçük burjuvazisinin bir bölümünün zenginliklerden pay elde etme ve en azından iktidarın bir kısmını elinde bulundurma özlemlerini temsil ettiği açık.

Abdullah Öcalan’ın kendisi, çeşitli vesilelerle müzakerelere girerek bunu açıkça ve fazlasıyla gösterdi. Ancak, Türk devleti, ordusu, polisi ve siyasetçileri ile Erdoğan’ın kendisi, Öcalan’ı ceza evinden çıkarıp Irak’ın Talabanisi gibi bir rol ve yer vermeye hazır değiller. İşte bu nedenle de müzakereler başarısız olabilir. Ayrıca Kürt liderler kısa süre önce, Türk temsilcilerinin yavaşlıklarından ve ayak sürüyüp işleri savsaklamalarından şikayet ettiler.

Ayrıca, Suriye’de şu anda ülkenin parçalanmasına, Suriye-Türkiye sınırında tansiyonun artmasına ve Erdoğan’ın Suriye politikasında gözle görülür bir başarısızlığın ortaya konmasına neden olan sivil savaşın evrimi, hükümetin bütün projelerinin, hatta Erdoğan hükümetinin kendisinin bile sorgulanmasına neden olabilir. Gezi Parkı olaylarından sonra geçtiğimiz haziran ayında gelişen protesto hareketi de aynı şekilde onu zayıflattı. Bütün bunlar şimdi, Erdoğan hükümetinin bir uzlaşma müzakere etme ve onu kabul ettirme olanağını azalttı.

Kürt küçük burjuvazisi için bazı koltuklar

Irak Kürdistanında Kürt sonunu bir şekilde çözüldü ve burada kullanılan çözüm yolu, bugün emperyalizm tarafından her yerde kullanılabilecek tek yöntem. Emperyalist güçler, bu yönteme göre, küçük bir ayrıcalıklı tabakaya tutunarak ve ona kültür, dil gibi konularda istediği özerkliği, her şeyden önce de ekonomik özerklik vererek, kendi batılı şirketlerinin de kâr üzerinden alacakları payları direkt, nakit olarak almalarını sağlıyorlar. Emperyalist yöneticilerin görünen planı, olanaklar ölçüsünde Türkiye’nin sınır bölgelerinde ve belki de Suriye’de de aynı şeyi yapmak. Ayrıca ABD’nin kurmay heyetinin hazırladığı, bir kaç yıl önce ortaya çıkan stratejik çalışmalar da buna denk düşüyor.

Türk hükümeti ile PKK arasındaki mevcut müzakereler, Türkiye Kürdistanını da benzer bir gelişmeye doğru götürebilir mi? Belki de müzakereciler, PKK’nın yöneticilerine bunu allayıp pullayıp satmaya çalışıyorlar ama aslında hiçbir söz de vermiyorlar. Komşusu Irak gibi enerji kaynakları olmayan, örneğin yerleşim bölgesinde yaklaşık 1,6 milyon nüfusu olan Diyarbakır gibi bir kentle, genel nüfusu çok fazla olan, yoksul bir bölge söz konusu. Bu bölgenin burjuvazisi ve küçük burjuvazisi, Irak Kürdistanıyla olan ekonomik ilişkilerin kazanımlarından, en azından Türk burjuvazisinin onlara severek bırakmak istediği ekonomik kazanımlar ve de muhtemelen bu kazanımlarla birlikte gelebilecek siyasi makamlar ve ileri gelen şahısların makamlarından yararlanmayı ümit edebilir. Ama Türkiye’nin hesabına göre, sayıları 15 milyondan fazla olan Kürt nüfusunun durumu ne olacak?

Hiç kuşku yok ki bu Kürt nüfusu, Türk devletinin doğuşundan itibaren onu yoksun bıraktığı en doğal hakkını kullanarak, kendi dilinde daha rahat konuşabilir, okuyabilir ve eğitim yapabilir. Ancak Diyarbakır ve çevresindekiler, ekonomik planda, büyük bir kısmı başka yerlere gidecek olan zenginliklerinden yararlanarak zenginleşecek olan, Irak Kürdistanında gelişen yeni burjuvazinin kardeşi, ticaret ve iş çevrelerinin çıkarcı burjuvazisinin yararlandığı gelişme ve refahtan çok az yararlanabilecek. Yıllardır, Türkiye Kürdistanı halkının çoğunluğu için tek bakış açısı ve çıkar yol, batı kentlerine göç etmek. Bu gerçeğin değişmesi de pek olanaklı değil.

Bu açıdan bakıldığında, Kürt sorunu Türk hükümeti ile PKK arasında yapılacak bir anlaşma ile çözülmeyecek. PKK ile yapılan anlaşmanın arkasında bulunan plan, Türkiye’nin Kürt nüfusuna, biraz olsun az gelişmişlikten kurtulma olanağını, umudu bile vermeyecek..

Türkiye Kürdistanının milliyetçi örgütü PKK, bu bölgenin yoksul nüfusunun büyük proleter kitlesinin çıkarlarını değil, sadece bir pay isteyen küçük burjuvazinin belirli bir tabakasının çıkarlarını savunuyor. Türk devleti ile anlaşma, eğer gerçekleşirse, sadece bunu daha da belirgin hale getirecek. Belki de Kürt burjuvazinin küçük bir parçası bundan memnun olacak.

Proletaryaya ve Kürt nüfusun çoğunluğuna gelince, onların kaderi Türkiye işçi sınıfının kaderine sıkı sıkıya bağlı. Ayrıca kendi dilinde konuşma hakkına sahip olması, hiçbir ulusal baskıya maruz kalmaması gereken Kürt proletaryasının ve Kürt nüfusunun çoğunluğu, Türk proletaryası içinde, bütünüyle tam bir yere sahip önemli bir parçayı oluşturuyor. Kürt proletaryası ve nüfusunun mücadelesi, kapitalist sömürüye karşı mücadele ve bunun değişik biçimleri olan ulusal baskı ve sömürü ile birlikte, emperyalizm tarafından sadece yüzeysel bir görünüm oluşturan bölgelere dayatılan çok çeşitli bölünmeleri ortadan kaldırma mücadelesiyle iç içe geçiyor, birbirine karışıyor.

Kürt ve Türk emekçilerin sorunları ve çıkarları ortaktır. Kürt ve Türk emekçilerin ulusal eşit hak mücadelesinde destekleyip sömürüye karşı birlikte hareket etmeli. LO (12.09.2013)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2014  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 190 - 4 Nisan 2014  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?